Sözler | YirmiDördüncü Söz | 363
(332-364)

Meselâ: Nasılki bir saray bulunsa, büyük bir dairesinde büyük bir elektrik lâmbası bulunur. O elektrikten teşa’ub etmiş ve onunla bağlı küçük küçük elektrikler, küçük menzillere taksim edilmiş. Şimdi birisi o büyük elektrik lâmbasının düğmesini çevirip ziyâyı kapatsa, bütün menziller derin bir karanlık içine ve bir vahşete düşer. Ve başka sarayda büyük elektrik lâmbasıyla merbut olmayan küçük elektrik lâmbaları, her menzilde bulunuyor. O saray sahibi büyük elektrik lâmbasının düğmesini çevirerek kapatsa, sâir menzillerde ışıklar bulunabilir. Onunla işini görebilir, hırsızlar istifâde edemezler.

İşte ey nefsim! Birinci saray, bir müslümandır. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, onun kalbinde o büyük elektrik lâmbasıdır. Eğer O’nu unutsa, el’iyazübillâh kalbinden O’nu çıkarsa, hiçbir peygamberi daha kabûl edemez. Belki hiçbir kemâlâtın yeri ruhunda kalamaz, hattâ Rabbini de tanımaz. Mâhiyetindeki bütün menziller ve lâtifeler, karanlığa düşer ve kalbinde müdhiş bir tahribat ve vahşet oluyor. Acaba bu tahribat ve vahşete mukabil hangi şeyi kazanıp ünsiyet edebilirsin? Hangi menfaati bulup o tahribat zararını onunla tâmir edersin? Halbuki ecnebiler, o ikinci saraya benzerler ki, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın nurunu kalblerinden çıkarsalar da, kendilerince Bâzı nurlar kalabilir veya kalabilir zannederler. Onların ma’nevî kemâlât-ı ahlâkiyyelerine medâr olacak Hazret-i Mûsa ve İsa Aleyhimesselâm’a bir nevi îmanları ve Hâlıklarına bir çeşit îtikadları kalabilir.

Ey nefs-i emmâre! Eğer desen: “Ben, ecnebi değil, hayvan olmak isterim.” Sana kaç defa söylemiştim: “Hayvan gibi olamazsın. Zira kafandaki akıl olduğu için, o akıl geçmiş elemleri ve gelecek korkuları tokatıyla senin yüzüne, gözüne, başına çarparak dövüyor. Bir lezzet içinde bin elem katıyor. Hayvan ise, elemsiz güzel bir lezzet alır, zevkeder. Öyle ise, evvelâ aklını çıkar at, sonra hayvan ol. Hem



sille-i tedibini gör.”

Beşinci Meyve: Ey nefis! Mükerreren söylediğimiz gibi; insân, şecere-i hilkatin meyvesi olduğundan, meyve gibi en uzak ve en câmi’ ve umuma bakar ve umumun cihet-ül vahdetini içinde saklar bir kalb çekirdeğini taşıyan ve yüzü kesrete, fenâya, dünyaya bakan bir mahlûktur. Ubûdiyet ise, onun yüzünü fenadan bekaya, halktan Hakk’a, kesretten vahdete, müntehadan mebde’e çeviren bir hayt-ı vuslat, yahut mebde’ ve müntehâ ortasında bir nokta-i ittisaldir. Nasılki tohum olacak kıymettar bir meyve-i zîşuur, ağacın altındaki zîruhlara baksa, güzelliğine güvense, kendini onların ellerine atsa veya gaflet edip düşse, onların ellerine düşecek, parçalanacak, âdi bir tek meyve gibi zayi’ olacak.

Səs yoxdur