Sözler | YirmiBeşinci Söz | 423
(365-462)

Halbuki, daire-i ufk-u cibâlîden semânın eteğine kadar, umum yıldızların matla’ları ve başka şeylerin meskenleri olan bir mesâfe-i azîme bulunduğu gibi; esbab ile müsebbebat mabeyninde öyle bir mesâfe-i mânevîyye var ki, îmânın dûrbîniyle, Kur’anın nuruyla görünür. Meselâ:



İşte şu âyet-i kerime, mu’cizât-ı kudret-i İlâhiyyeyi bir tertib-i hikmetle zikrederek esbabı müsebbebata rabtedip en âhirde lafzıyla bir gayeyi gösterir ki; o gaye, bütün o müteselsil esbab ve müsebbebat içinde o gayeyi gören ve tâkib eden gizli bir mutasarrıf bulunduğunu ve o esbab, onun perdesi olduğunu isbat eder.

Evet, tâbiriyle bütün esbabı, icad kabiliyetinden azleder. Mânen der: Size ve hayvanatınıza rızkı yetiştirmek için su semâdan geliyor. O suda, size ve hayvanatınıza acıyıp şefkat edip rızık yetiştirmek kabiliyeti olmadığından; su gelmiyor, gönderiliyor demektir. Hem toprak, nebâtatıyla açılıp, rızkınız oradan geliyor. Hissiz, şuursuz toprak, sizin rızkınızı düşünüp şefkat etmek kabiliyetinden pek uzak olduğundan, toprak kendi kendine açılmıyor, birisi o kapıyı açıyor, ni’metleri ellerinize veriyor. Hem otlar, ağaçlar sizin rızkınızı düşünüp merhameten size meyveleri, hububatı yetiştirmekten pekçok uzak olduğundan, âyet gösteriyor ki, onlar bir Hakîm-i Rahîm’in perde arkasından uzattığı ipler ve şeritlerdir ki, ni’metlerini onlara takmış, zîhayatlara uzatıyor. İşte şu beyânâttan; Rahîm, Rezzak, Mün’im, Kerim gibi çok Esmânın matla’ları görünüyor. Hem meselâ:

Səs yoxdur