Sözler | YirmiSekizinci Söz | 501
(497-503)

Demek en yukarı hullenin güzelliğinden tut, tâ kemik içindeki iliklere kadar, birer hissin birer lâtifenin medâr-ı zevki olduğunu Hadîs işaret ediyor. Evet, “Hûrîlerin yetmiş hulleyi giymeleri ve bacaklarındaki kemiklerin ilikleri görünmesi” tâbiriyle Hâdîs-i şerif işaret ediyor ki: İnsânın ne kadar hüsünperver ve zevkperest ve zînete meftun ve cemâle müştak duyguları ve hassaları ve kuvaları ve lâtifeleri varsa, umumunu memnun edip doyuracak ve herbirisini ayrı ayrı okşayıp mes’ud edecek, maddî ve ma’nevî her nevi zînet ve hüsn-ü cemâle hûrîler câmi’dirler. Demek hûrîler Cennet’in aksam-ı zînetinden yetmiş tarzını, bir tek cinsten olmadığından birbirini setretmeyecek sûrette giydikleri gibi; kendi vücûdlarından ve nefis ve cisimlerinden, belki yetmiş mertebeden ziyâde ayrı ayrı hüsün ve cemâlin aksamını gösteriyorlar.



işaretinin hakikatını gösteriyorlar. Hem, Cennet’te lüzumsuz, kışırlı ve fuzulî maddeler olmadığından; ehl-i Cennet’in ekl ve şürbünden sonra kazuratı olmadığını, Hadîs-i şerif beyân ediyor. Mâdem şu süflî dünyada, en âdi zîhayat olan ağaçlar, çok tegaddi ettikleri halde kazuratsız oluyorlar. En yüksek tabaka-i hayat olan Cennet ehli, neden kazuratsız olmasın?

Sual: Ehâdîs-i şerifede denilmiştir ki: “Bâzı ehl-i Cennet’e, dünya kadar bir yer veriliyor, yüzbinler kasr, yüzbinler hûri ihsan ediliyor.” Birtek adama bu kadar şeylerin ne lüzumu var, ne ihtiyâcı var, nasıl olabilir ve ne demektir?

Elcevab: Eğer insân, yalnız câmid bir vücûd olsaydı veyahut yalnız mideden ibaret nebatî bir mahlûk olsaydı veyahut yalnız mukayyed, ağır ve muvakkat ve basit bir zât-ı cismâniyye ve bir cism-i hayvanîden ibaret olsaydı; öyle çok kasırlara, çok hurilere lâyık ve mâlik olmazdı. Fakat insân, öyle câmi’ bir mu’cize-i kudrettir ki; hattâ şu dünyayı fânide, şu kısa bir ömürde, şu inkişaf etmemiş bâzı letâifinin ihtiyâcı cihetiyle bütün dünyanın saltanatı, serveti ve lezâizi verilse belki hırsı tok olmayacaktır. Halbuki, ebedî bir dâr-ı saadette, nihayetsiz istidada mâlik, nihayetsiz ihtiyâclar lisanıyla, nihayetsiz arzular eliyle, nihayetsiz bir rahmetin kapısını çalan bir insân; elbette Ehadîste beyân olunan ihsânât-ı İlâhiyyeye mazhariyeti makuldür ve haktır ve hakikattır. Ve şu hakikat-ı ulviyyeye bir temsil dûrbîniyle rasad edeceğiz. Şöyle ki: Bu dere bahçesi gibi, (Hâşiye) şu Barla bağ ve bahçelerinin her birinin ayrı ayrı mâliki bulunduğu halde..


Hâşiye: Sekiz sene kemâl-i sadakatla bu fakire hizmet eden Süleyman’ın bahçesidir ki, bir veya iki saat zarfında şu söz orada yazıldı.

Səs yoxdur