Sözler | OtuzBirinci Söz | 571
(559-589)

Yine hâtıra gelir ki: Dersin: “Birkaç dakikada binler sene mesafeyi kat’etmek, aklen muhaldir?.”

Biz de deriz ki: Sâni-i Zülcelâlin san’atında harekât, nihayet derecede muhteliftir. Meselâ: Savtın sür’atiyle; ziyâ, elektrik, ruh, hayal sür’atleri ne kadar mütefavit olduğu mâlûm. Seyyaratın dahi, fennen harekâtı o kadar muhtelifdir ki, akıl hayrettedir. Acaba lâtif cismi, urucda sür’atli olan ulvî ruhuna tâbi olmuş; ruh sür’atinde hareketi nasıl akla muhalif görünür! Hem on dakika yatsan, bâzı olur ki bir sene kadar hâlâta mâruz olursun. Hattâ bir dakikada insân gördüğü rü’yayı, onun içinde işittiği sözleri, söylediği kelimatı toplansa, uyanık âleminde bir gün, belki daha fazla zaman lâzımdır. Demek oluyor ki: Bir zaman-ı vâhid, iki şahsa nisbeten, birisine bir gün, birisine de bir sene hükmüne geçer.

Şu mânaya bir temsil ile bak ki: İnsânın hareketinden, güllenin hareketinden, savttan, ziyâdan, elektrikten, ruhtan, hayalden tezahür eden sür’at-i harekâtta bir mikyas olmak için şöyle bir saat farzediyoruz ki: o saatta on iğne var. Birisi, saatleri gösterir. Biri de, ondan altmış def’a daha geniş bir dairede dakikayı sayar. Birisi, altmış def’a daha geniş bir daire içinde saniyeleri; diğeri, yine altmış def’a daha geniş bir dairede sâliseleri ve hâkezâ.. râbiaları, hâmiseleri, sâdise, sâbia, sâmine, tâsia, tâ âşireleri sayacak gayet muntâzam azîm bir dairede birer ibre farz ediyoruz. Faraza: Saati sayan ibrenin dairesi, küçük saatimiz kadar olsa; herhalde âşireleri sayan ibrenin dairesi, arzın medâr-ı senevîsi kadar, belki daha fazla olmak lâzım gelir. Şimdi iki şahıs farzediyoruz: Biri, saati sayan ibreye binmiş gibi o ibrenin harekâtına göre temâşâ ediyor. Diğeri, âşireleri sayan ibreye binmiş. Bu iki şahsın bir zaman-ı vâhidde müşahede ettikleri eşya; saatimizle arzın medâr-ı senevîsi nisbeti gibi, meşhudatça pekçok farkları vardır. İşte zaman, (çünki) harekâtın bir rengi, bir levni yahut bir şeridi hükmünde olduğundan, harekâtta câri olan bir hüküm, zamanda dahi câridir. İşte, bir saatte meşhudatımız, bir saatin saati sayan ibresine binen zîşuur şahsın meşhudatı kadar olduğu ve hakîkat-ı ömrü de o kadar olduğu halde; âşire ibresine binen şahıs gibi, aynı zamanda, o muayyen saatte Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, burak-ı Tevfik-i İlâhîye biner; berk gibi bütün daire-i mümkinatı kat’edip, acâib-i mülk ve melekûtu görüp, daire-i vücûb noktasına çıkıp, sohbete müşerref olup, rü’yet-i cemâl-i İlâhîye mazhar olarak, fermanı alıp vazifesine dönebilir ve dönmüş ve öyledir.

Səs yoxdur