Sözler | OtuzBirinci Söz | 568
(559-589)

Elhasıl: Mâdem şu azîm kâinatı mezkûr maksatlar gibi çok azîm makasıd ve çok büyük gayeler için şu surette teşkil, tertip ve tezyin etmiştir. Hem mâdem şu mevcûdât içinde şu umumî Rubûbiyyeti, bütün dekaikı ile; şu azîm saltanat-ı Ulûhiyyeti, bütün hakaikı ile görecek insân nev’i vardır. Elbette O Hâkim-i Mutlak, o insân ile konuşacaktır, makasıdını bildirecektir. Mâdem her insân cüz’iyyetten ve süfliyyetten tecerrüd edip, en yüksek bir makam-ı küllîye çıkamıyor. O Hâkim’in küllî hitabına bizzât muhatap olamıyor. Elbette o insânlar içinde bâzı efrad-ı mahsusa, o vazife ile muvazzaf olacaklar; tâ iki cihetle münasebeti bulunsun. Hem insân olmalı, tâ insânlara muallim olsun. Hem ruhen gayet ulvî olmalı ki, tâ doğrudan doğruya hitâba mazhar olsun. Şimdi mâdem, şu insânlar içinde, şu kâinat Sâniinin makasıdını en mükemmel bir surette bildiren ve şu kâinat tılsımını keşfeden ve hilkatin muammasını açan ve Rubûbiyyetin mehasin-i saltanatına en mükemmel tarzda dellâllık eden Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır. Elbette, bütün efrad-ı insânîyye içinde öyle bir ma’nevî seyr ü sülûkü olacaktır ki; cismanî âlemde seyr ü seyahat sûretinde bir Mi’râcı olacaktır. Yetmiş bin perde tâbir olunan berzah-ı esmâ ve tecellî-i sıfât ve ef’al ve tabakat-ı mevcûdâtın arkasına kadar kat’-ı merâtib edecektir. İşte Mi’rac budur.

Yine hatıra geliyor ki: Ey müstemi’! Sen kalbinden diyorsun ki: “Nasıl inanayım, herşeyden daha yakın bir Rabba binler sene mesâfeyi kat’edip, yetmiş bin perdeyi geçtikten sonra onunla görüşmek ne demektir?” Biz de deriz ki:

Cenâb-ı Hak herşey’e, herşeyden daha yakındır. Fakat herşey, Ondan nihayetsiz uzaktır. Nasılki Güneş’in şuuru ve konuşması olsa, senin elindeki âyine vasıtası ile seninle konuşabilir. İstediği gibi sende tasarruf eder. Belki âyine-misâl senin gözbebeğinden sana daha yakın olduğu halde, sen dörtbin sene kadar ondan uzaksın, hiçbir cihette ona yanaşamazsın. Eğer terakki etsen, Kamer makamına gelip, doğrudan doğruya bir mukabele noktasına çıksan, ona yalnız bir nevi âyinedarlık edebilirsin. Öyle de, Şems-i Ezel ve Ebed olan Zât-ı Zülcelâl herşey’e herşeyden daha yakın olduğu halde; herşey O’ndan nihayetsiz uzaktır. Yalnız bütün mevcûdâtı kat’edip, cüz’iyetten çıkıp, külliyyetin merâtibinde gitgide binler hicablardan geçip, tâ bütün mevcûdata muhît bir ismine yanaşır. Ondan daha ileride çok merâtibi kat’eder. Sonra bir nevi kurbiyyete müşerref olur. Hem meselâ: Bir nefer, kumandan-ı âzamın şahs-ı ma’nevîsinden çok uzaktır. O nefer, kumandanını, onbaşılıkta gördüğü küçük bir nümûne ile gayet uzak bir mesâfede, ma’nevî çok perdeler arkasında ona bakar.

Səs yoxdur