Sözler | OtuzBirinci Söz | 569
(559-589)

Hakikî Onun şahs-ı ma’nevîsiyle kurbiyyet ise; mülâzımlık, yüzbaşılık, binbaşılık gibi çok merâtib-i külliyyeden geçmek lâzım geliyor. Halbuki, kumandan-ı âzam; emriyle, kanunuyla, nazarıyla, hükmüyle, ilmiyle, -sûreten olduğu gibi mânen de kumandan ise- bizzât zâtıyla o neferin yanında bulunur, görür. Şu hakîkat Onaltıncı Söz’de gayet kat’î bir sûrette isbat edildiğinden, ona iktifaen burada kısa kesiyoruz.

Yine hatıra gelir ki: Sen kalbinden dersin: “Ben semâvatı inkâr ediyorum, melâikelere inanmıyorum. Semâvatta birinin gezmesine, melâikelerle görüşmesine nasıl inanayım?.”

Evet, senin gibi aklı gözüne inmiş ve gözüne perde çekilmiş adamlara söz anlatmak ve bir şey göstermek, elbette müşküldür. Fakat hak o kadar parlaktır ki, körler de görebildiği için biz de deriz ki: Feza-yı ulvî, bilittifak “esir” ile doludur. Ziyâ, elektrik, hararet gibi sâir seyyâlât-ı lâtife, o fezayı dolduran bir maddenin vücûduna delâlet eder. Meyveler, ağacını; çiçekler, çimenlerini; sünbüller, tarlalarını; balıklar, denizini bilbedâhe gösterdiği gibi; şu yıldızlar dahi, bizzarure; menşe’lerini, tarlasını, denizini, çimengâhının vücûdunu, aklın gözüne sokuyorlar. Mâdem, âlem-i ulvîde muhtelif teşkilât var. Muhtelif vaziyetlerde muhtelif ahkâmlar görünüyor. Öyle ise, o ahkâmların menşe’leri olan semâvat, muhteliftir. İnsanda cisimden başka nasıl akıl, kalb, ruh, hayal, hâfıza gibi ma’nevî vücûdlar da var... Elbette insân-ı ekber olan âlemde ve şu insân meyvesinin şeceresi olan kâinatta, âlem-i cismâniyyetten başka âlemler var. Hem âlem-i arzdan, tâ Cennet âlemine kadar herbir âlemin birer semâsı vardır.

Hem melâike için deriz ki: Seyyarat içinde mutavassıt ve yıldızlar içinde küçük ve kesîf olan küre-i arz, mevcûdât içinde en kıymetdar ve nuranî olan hayat ve şuur, hesabsız bir sûrette onda bulunuyorlar. Elbette, karanlıklı bir hâne hükmünde olan şu arza nisbeten müzeyyen kasırlar, mükemmel saraylar hükmünde olan yıldızlar ve yıldızların denizleri olan gökler; zîşuur ve zîhayat ve pek kesretli ve muhtelif-ül ecnas olan melâike ve ruhânîlerin meskenleridir. Pek kat’î bir sûrette İşârât-ül İ’câz namındaki tefsirimde


âyetinde, semâvâtın hem vücûdu, hem teaddüdü isbat edildiğinden ve melâike hakkında Yirmidokuzuncu Söz’de iki kerre iki dört eder kat’iyyetinde, melâikelerin vücûdunu isbat ettiğimizden, onlara iktifaen burada kısa kesiyoruz.

Səs yoxdur