Bütün tabiatperest, esbabperest ve müşrik gibi, umum enva-ı ehl-i şirkin ve küfrün ve dalâletin tevehhüm ettikleri şeriklerin nâmına bir şahıs farzediyoruz ki: O şahs-ı farazî, mevcûdât-ı âlemden bir şeye Rab olmak istiyor ve hakikî mâlik olmak dâva etmektedir.
İşte o müddeî, evvelâ mevcûdâtın en küçüğü olan bir zerreye rast gelir. Ona Rab ve hakikî mâlik olmakta olduğunu; zerreye, tabiat lisanıyla, felsefe diliyle söyler. O zerre dahi, hakîkat lisanıyla ve hikmet-i Rabbanî diliyle der ki: “Ben hadsiz vazifeleri görüyorum. Ayrı ayrı her masnua girip işliyorum, bütün o vezaifi bana gördürecek, sende ilim ve kudret varsa.. hem, benim gibi had ve hesaba gelmeyen zerrat içinde beraber gezip (Hâşiye) iş görüyoruz. Eğer bütün emsalim o zerreleri de istihdam edip emir tahtına alacak bir hüküm ve iktidar sende varsa.. hem kemâl-i intizâm ile cüz olduğum mevcutlara, meselâ: Kandaki küreyvat-ı hamraya hakikî mâlik ve mutasarrıf olabilirsen, bana Rab olmak dâva et; beni, Cenâb-ı Hak’tan başkasına isnad et. Yoksa sus! Hem bana Rab olamadığın gibi, müdahale dahi edemezsin. Çünki vezaifimizde ve harekâtımızda o kadar mükemmel bir intizâm var ki; nihayetsiz bir hikmet ve muhit bir ilim sahibi olmayan bize parmak karıştıramaz. Eğer karışsa, karıştıracak. Halbuki senin gibi câmid, âciz ve kör ve iki eli tesadüf ve tabiat gibi iki körün elinde olan bir şahıs, hiçbir cihette parmak uzatamaz.”
O müddeî, Maddiyyûnların dedikleri gibi dedi ki: “Öyle ise sen kendi kendine mâlik ol. Neden başkasının hesabına çalışmasını söylüyorsun?” Zerre ona cevaben der: “Eğer, güneş gibi bir dimağım ve ziyâsı gibi ihâtalı bir ilmim ve harareti gibi şümûllü bir kudretim ve ziyâsındaki yedi renk gibi muhit duygularım ve gezdiğim her yere ve işlediğim her mevcûda müteveccih birer yüzüm ve bakar birer gözüm ve geçer birer sözüm bulunsa idi, belki senin gibi ahmaklık edip kendi kendime mâlik olduğumu dâva ederdim. Haydi def’ol git, sen benden iş bulamazsın!”
Hâşiye: Evet, müteharrik herbir şey, zerrattan seyyarata kadar, kendilerinde olan sikke-i Samediyyet ile vahdeti gösterdikleri gibi, ha-rekâtlarıyla dahi, gezdikleri bütün yerleri vahdet nâmına zabtederler. Kendi mâlikinin mülküne idhal ederler. Hareket etmeyen masnuat ise; nebâtattan nücum-u sevâbite kadar, birer mühr-ü vahdâniyyet hük-mündedirler ki; bulunduğu mekânı, kendi Sâniinin mektubu olduğunu gösterirler.
Demek herbir nebat, herbir meyve, birer mühr-ü vahdâniyyet, birer sikke-i vahdettirler ki; mekânlarını ve vatanlarını, vahdet nâmına Sâni’lerinin mektubu olduğunu gösterirler.
Elhasıl: Herbir şey, hareketiyle bütün eşyayı vahdet nâmına zabteder. Demek bütün yıldızları elinde tutmayan, birtek zerreye Rab olamaz.