Sözler | Otuzİkinci Söz | 593
(590-652)

Hem senin gibi âciz, câmid, sağır, kör bir şey, bize hiçbir cihetle karışamaz. Çünki; bizde o derece ince ve nazik ve mükemmel bir intizâm (Hâşiye) var ki; eğer bize hükmeden bir Hakîm-i Mutlak ve Kadîr-i Mutlak ve Alîm-i Mutlak olmazsa, intizâmımız bozulur, nizâmımız karışır.”

Sonra o müddeî, onda da me’yus oldu. Bir insânın bedenine rast gelir. Yine kör tabiat ve serseri felsefe lisanı ile Tabiiyyûnun dedikleri gibi der ki: “Sen benimsin. Seni yapan benim. Veya sende hissem var.”


Hâşiye: Sâni’-i Hakîm, beden-i insânı gayet muntâzam bir şehir hükmünde halketmiştir. Damarların bir kısmı, telgraf ve telefon vazifesini görür. Bir kısmı da, çeşmelerin boruları hükmünde, âb-ı hayat olan kanın cevelânına medârdırlar. Kan ise; içinde iki kısım küreyvat halkedilmiş. Bir kısmı küreyvat-ı hamra tâbir edilir ki, bedenin hüceyrelerine erzak dağıtıyor ve bir kanun-u İlâhî ile hüceyrelere erzak yetiştiriyor (Tüccar ve erzak memurları gibi). Diğer kısmı küreyvat-ı beyzadırlar ki; ötekilere nisbeten ekalliyettedirler. Vazifeleri, hastalık gibi düşmanlara karşı asker gibi müdafaadır ki, ne vakit müdafaaya girseler Mevlevî gibi iki hareket-i devriyye ile süratli bir vaziyyet-i acibe alırlar. Kanın heyet-i mecmuası ise; iki vazife-i umumiyyesi var. Biri: Bedendeki hüceyratın tahribatını tamir etmek. Diğeri: Hüceyratın enkazlarını toplayıp, bedeni temizlemektir. Evride ve şerayin namında iki kısım damarlar var ki: Biri safi kanı getirir, dağıtır, safi kanın mecralarıdır. Diğer kısmı; enkazı toplayan bulanık kanın mecrasıdır ki, şu ikinci ise; kanı, “Ree” denilen nefesin geldiği yere getirirler.

Sâni-i Hakîm, havada iki unsur halketmiştir. Biri azot, biri müvellid-ül humuza. Müvellid-ül-humuza ise; nefes içinde kana temas ettiği vakit, kanı telvis eden karbon unsur-u kesifini kehribar gibi kendine çeker. İkisi imtizac eder. Buharî hâmız-ı karbon denilen (semli havaî) bir maddeye inkılab ettirir. Hem hararet-i gariziyyeyi temin eder, hem kanı tasfiye eder. Çünki; Sâni’-i Hakîm, fenn-i Kimya’da aşk-ı kimyevî tâbir edilen bir münasebet-i şedideyi, müvellid-ül-humuza ile karbona vermiş ki; o iki unsur birbirine yakın olduğu vakit, o kanun-u İlâhî ile o iki unsur imtizac ederler. Fennen sabittir ki; imtizacdan hararet hasıl olur. Çünki imtizac, bir nevi ihtiraktır. Şu sırrın hikmeti şudur ki: O iki unsurun herbirisinin zerrelerinin ayrı ayrı hareketleri var. İmtizac vaktinde her iki zerre, yâni onun zerresi, bunun zerresiyle imtizac eder, birtek hareketle hareket eder. Bir hareket muallak kalır. Çünki: imtizacdan evvel iki hareket idi; şimdi iki zerre bir oldu. Her iki zerre bir zerre hükmünde bir hareket aldı. Diğer hareket, Sâni’-i Hakîm’in bir kanunu ile hararete inkılab eder. Zâten “Hareket, harareti tevlid eder” bir kanun-u mukarreredir. İşte bu sırra binaen beden-i insânîdeki hararet-i gariziyye, bu imtizac-ı kimyeviyye ile temin edildiği gibi, kandaki karbon alındığı için kan dahi safi olur. İşte nefes dâhile girdiği vakit, vücûdun hem âb-ı hayatını temizliyor, hem nâr-ı hayatı iş’al ediyor. Çıktığı vakit ağızda, mu’cizât-ı kudret-i İlâhiyye olan kelime meyvelerini veriyor.

Səs yoxdur