Sözler | Otuzİkinci Söz | 596
(590-652)

Sonra o müddeî gider.“Belki küre-i arzı kandırıp orada bir yer bulurum” der. Gider, küre-i arza (Hâşiye-1) yine esbab nâmına ve tabiat lisanıyla der ki: “Böyle serseri gezdiğinden, sahipsiz olduğunu gösteriyorsun. Öyle ise, sen benim olabilirsin.” O vakit küre-i arz, hak nâmına ve hakîkat diliyle, gök gürültüsü gibi bir sada ile ona der ki: “Haltetme... Ben, nasıl serseri, sahipsiz olabilirim! Benim elbisemi ve elbisemin içindeki en küçük bir noktayı, bir ipi intizâmsız bulmuş musun ve hikmetsiz ve san’atsız görmüş müsün ki, bana sahipsiz, serseri dersin. Eğer hareket-i seneviyem ile takriben yirmibeş bin senelik (Hâşiye-2) bir mesâfede, bir senede gezdiğim ve kemâl-i mizan ve hikmetle vazife-i hizmetimi gördüğüm o daire-i azîmeye hakikî mâlik olabilirsen ve kardeşlerim ve benim gibi vazifedâr olan on seyyareye ve gezdikleri bütün dairelere ve bizim imamımız ve biz onunla bağlı ve cazibe-i rahmetle ona takılı olduğumuz güneşi icad edip, yerleştirecek ve sapan taşı gibi beni ve seyyarat yıldızları ona bağlayacak ve kemâl-i intizâm ve hikmetle döndürüp istihdam edecek bir nihayetsiz hikmet ve nihayetsiz kudret sende varsa, bana Rubûbiyyet dâva et, yoksa haydi cehennem ol, git! Benim işim var. Vazifeme gidiyorum. Hem bizlerdeki haşmetli intizâmat ve dehşetli harekât ve hikmetli teshirat gösteriyor ki, bizim ustamız öyle bir zâttır ki; bütün mevcûdât, zerrelerden yıldızlara ve güneşlere kadar emirber nefer hükmünde ona mutî ve musahhardırlar. Bir ağacı, meyveleriyle tanzim ve tezyin ettiği gibi, kolayca güneşi, seyyaratla tanzim eder bir Hakîm-i Zülcelâl ve Hâkim-i Mutlak’tır.”

Sonra o müddeî, yerde yer bulamadığı için gider güneşe. Kalbinden der ki: “Bu çok büyük bir şeydir, belki içinde bir delik bulup, bir yol açarım. Yeri de musahhar ederim.” Güneşe şirk nâmına ve şeytanlaşmış felsefe lisanıyla, Mecusîlerin dedikleri gib der ki: “Sen bir sultansın, kendi kendine mâliksin, istediğin gibi tasarruf edersin.” Güneş ise, Hak nâmına ve hakîkat lisanıyla ve hikmet-i İlâhiyye diliyle ona der: “Hâşâ yüz bin defa hâşâ ve kellâ!.. Ben musahhar bir memurum.


Hâşiye-1: Elhasıl: Zerre, o müddeîyi küreyvat-ı hamraya havale eder. Küreyvat-ı hamra, onu hüceyreye; hüceyre dahi beden-i insâna; beden-i insân ise, nev-i insâna; nev-i insân, onu zîhayat enva’ından dokunan arzın gömleğine; arzın gömleği dahi küre-i arza; küre-i arz, onu güneşe; güneş ise, bütün yıldızlara havale eder. Herbiri der: “Git, benden yukarıdakini zabtedebilirsen sonra gel benim zabtıma çalış. Eğer onu mağlub etmezsen, beni ele geçiremezsin.”

Demek, bütün yıldızlara sözünü geçiremeyen, birtek zerreye Rubûbiyyetini dinletemez.

Hâşiye-2: Bir dairenin takriben nısf-ı kutru, yüzseksen milyon kilometre olsa; o daire (kendisi) takriben yirmi beş bin senelik mesâfe olur.

Səs yoxdur