Sözler | OtuzÜçüncü Söz | 655
(653-690)
Birinci Pencere

Bilmüşâhede görüyoruz ki: Bütün eşya, husûsan zîhayat olanların pek çok muhtelif hâcâtı ve pek çok mütenevvi metâlibi vardır. O mat-labları, o hacetleri, ummadığı ve bilmediği ve eli yetişmediği yerden münâsib ve lâyık bir vakitte onlara veriliyor, imdada yetiştiriliyor. Halbuki o hadsiz maksudların en küçüğüne o muhtaçların kudreti yetişmez, elleri ulaşmaz. Sen kendine bak: Zâhirî ve bâtınî hasselerin ve onların levazımatı gibi elin yetişmediği ne kadar eşyaya muhtaçsın. Bütün zîhayatları kendine kıyas et. İşte bütün onlar, birer birer, vücûd-u Vâcib’e şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, güneşin ziyâsı güneşi gösterdiği gibi, o hal ve bu keyfiyet, perde-i gayb arkasında bir Vâcib-ül Vücûd’u, bir Vâhid-i Ehad’i, hem gayet Kerim, Rahîm, Mürebbi, Müdebbir ünvanları içinde akla gösterir.

Şimdi ey münkir-i câhil ve ey fâsık-ı gafil! Bu faaliyet-i hakîmaneyi, basîraneyi, rahÎmaneyi ne ile izah edebilirsin! Sağır tabiatla mı! Kör kuvvetle mi! Sersem tesadüfle mi! Âciz câmid esbabla mı izah edebilirsin!.

İkinci Pencere

Eşya, vücûd ve teşahhusatlarında, nihayetsiz imkânat yolları içinde mütereddid, mütehayyir, şekilsiz bir sûrette iken, birdenbire gayet muntâzam, hakîmane öyle bir teşahhus-u vechî veriliyor ki, meselâ: Her bir insânın yüzünde, bütün ebna-yı cinsinden herbirisine karşı birer alâmet-i fârika, o küçük yüzde bulunduğu ve zâhir ve bâtın duygularıyla kemâl-i hikmetle teçhiz edildiği cihetle, o yüz, gayet parlak bir sikke-i ehadiyyet olduğunu isbat eder. Herbir yüz, yüzer cihetle bir Sâni’-i Hakîm’in vücûduna şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, bütün yüzlerin heyet-i mecmuasıyla izhar ettikleri o sikke, bütün eşyanın Hâlıkına mahsus bir hâtem olduğunu akıl gözüne gösterir.

Ey münkir! Hiçbir cihetle kabil-i taklid olmayan şu sikkeleri ve mecmuundaki parlak sikke-i Samediyyeti hangi tezgâha havale edebilirsin!..

Səs yoxdur