Sözler | OtuzÜçüncü Söz | 674
(653-690)
Yirmi ikinci Pencere


Küre-i Arz, bir kafadır ki; yüz bin ağzı vardır. Herbir ağzında, yüzbin lisanı vardır. Her lisanında, yüzbin bürhânı var ki; herbiri çok cihetle Vâcib-ül-Vücûd, Vâhid-i Ehad, herşeye kadîr, herşey’e alîm bir Zât-ı Zülcelâl’in vücûb-u vücûduna ve vahdetine ve evsaf-ı kudsiyyesine ve Esmâ-i Hüsnâsına şehadet ederler. Evet arzın evvel-i hilkatına bakıyoruz ki: Mâyi haline gelen bir madde-i seyyâleden taş ve taştan toprak halkedilmiş. Mâyi kalsaydı, kabil-i süknâ olmazdı. O mâyi taş olduktan sonra, demir gibi sert olsa idi kabil-i istifâde olmazdı. Elbette buna bu vaziyeti veren, yerin sekenelerinin hâcetlerini gören bir Sâni-i Hakîm’in hikmetidir. Sonra tabaka-i turâbiyye, dağlar direği üzerine atılmış, tâ içindeki dâhilî inkılâblardan gelen zelzeleler, dağlarla teneffüs edip, zemini hareketinden ve vazifesinden şaşırtmasın. Hem denizin istilâsından toprağı kurtarsın. Hem zîhayatların levâzımat-ı hayatiyyesine birer hazine olsun. Hem havayı tarasın, gazât-ı muzırradan tasfiye etsin, tâ teneffüse kabil olsun. Hem suları biriktirip iddihar etsin. Hem zîhayata lâzım olan sâir madenlere menşe’ ve medâr olsun.

İşte bu vaziyet bir Kadîr-i Mutlak ve bir Hakîm-i Rahîm’in vücûb-u vücûduna ve vahdetine gayet kat’î ve kuvvetli şehadet eder.

Ey coğrafyacı efendi! Bunu ne ile îzah edersin? Hangi tesadüf şu acaib-i masnûat ile dolu sefine-i Rabbâniyyeyi bir meşher-i acaib yaparak yirmidörtbin sene bir mesâfede, bir senede sür’atle çevirip, onun yüzünde dizilmiş eşyadan hiçbir şey düşürmesin.

Hem zeminin yüzündeki acîb san’atlara bak. Anâsırlar, ne derece hikmetle tavzif edilmişler. Bir Kadîr-i Hakîm’in emriyle zemin yüzündeki Rahmân misafirlerine nasıl güzel bakıyorlar. Hizmetlerine koşuyorlar.

Hem acîb ve garib san’atlar içinde rengârenk acib hikmetli zemin yüzünün sîmâsındaki bu nakışlı çizgilere bak! Nasıl; sekenelerine enhar ve çayları, deniz ve ırmakları, dağ ve tepeleri, ayrı ayrı mahlûklarına ve ibâdına lâyık birer mesken ve vesait-i nakliyye yapmış. Sonra yüzbinler ecnâs-ı nebâtat ve envâ-ı hayvanatı ile kemâl-i hikmet ve intizâm ile doldurup hayat vererek şenlendirmek, vakit-bevakit muntâzaman mevt ile terhis ederek boşaltıp yine muntâzaman “Ba’sü ba’delmevt” suretinde doldurmak; bir Kadîr-i Zülcelâl’in ve bir Hakîm-i Zülkemâl’in vücûb-u vücûduna ve vahdetine yüzbinler lisanlarla şehadet ederler.

Səs yoxdur