Hem madem gözümüzle görüyoruz ve aklımızla anlıyoruz ki: İnsan, şu kâinat ağacının en son ve en cem’iyetli meyvesi; ve hakikat-ı Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm cihetiyle çekirdek-i aslîsi; ve kâinat Kur’anının âyet-i kübrası; ve ism-i A’zamı taşıyan âyete’l kürsîsî; ve kâinat sarayının en mükerrem misafiri; ve o saraydaki sair sekenelerde tasarrufa me’zun en faal me’muru; ve kâinat şehrinin zemin mahallesinin bahçesinde ve tarlasında vâridat ve sarfiyatına ve zer’ ve ekilmesine nezârete me’mur ve yüzer fenler ve binler san’atlarla techiz edilmiş en gürültülü ve mes’uliyetli nâzırı; ve kâniat ülkesinin arz memleketinde Pâdi-şâh-ı Ezel ve Ebedin gayet dikkat altında bir müfettişi; bir nevi’ halife-i arzı; ve cüz’i ve küllî harekâtı kaydedilen bir mutasarrıfı; ve semâ ve arz ve cibalin kaldırmasından çekindikleri emanet-i kübrayı omuzuna alan ve önüne iki acib yol açılan, bir yolda zîhayatın en bedbahtı ve diğerinde en bahtiyarı, çok geniş bir ubûdiyetle mükellef bir abd-i küllî; ve kâinat sultanının ism-i A’zamına mazhar ve bütün esmasına en câmi’ bir âyinesi;