azamet-i unvaniyle küllî tecellisine karşı geniş ve küllî bir ubûdiyetle bir mukabeledir, diye tahayyül ve his ve kanaat ettim.
Sonra, acaba bu kelam-ı kudsînin bizim mes’elemizle dahi münasebeti var mı diye tahattur ettim. Birden hatıra geldi ki, başta bu kelâm olarak sâir bâkiyat-ı sâlihat unvanını taşıyan
ve vegibi şeairden çok kelâmlar, cüz’i ve küllî mes’elemizi ihtar ve tahakkukuna işaret ederler.
Meselâ: in bir vech-i mânası: Cenâb-ı Hakk’ın kudreti ve ilmi her şey’in fevkinde büyüktür; hiçbir şey dâire-i ilminden çıkamaz. Tasarruf-u kudretinden kaçamaz ve kurtulamaz. Ve korktuğumuz en büyük şeylerden daha büyüktür. Demek haşri getirmekten ve bizi ademden kurtarmaktan ve saadet-i ebediyeyi vermekten daha büyüktür. Her acib ve tavr-ı aklın hâricindeki herşeyden daha büyüktür ki,