belki milyonlar def’a onlara baktırsa yine israf değil ki, milyonlar kerre tekrar ile o bahisler Kur’ân’da okunur, usanç vermez, ihtiyaç kesilmez.
Meselâ:
âyetinin gösterdiği müjde-i saadet-i ebediyye hakîkatı, “Biçâre beşere her dakika kendini gösteren hakîkat-ı mevtin; hem insanı, hem dünyasını, hem bütün ahbabını i’dam-ı ebedîsinden kurtarıp ebedî bir saltanatı kazandırır” dediğinden milyarlar def’a tekrar edilse ve kâinat kadar ehemmiyet verilse yine israf olmaz, kıymetten düşmez. İşte bu çeşit hadsiz kıymetdar mes’eleleri ders veren ve kâinatı bir hâne gibi değiştiren ve şeklini bozan dehşetli inkılâbları tesis etmekte iknaa ve inandırmaya ve isbata çalışan Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân elbette sarihan ve zımnen ve işâreten binler def’a o mes’elelere nazar-ı dikkati celbetmek; değil israf, belki ekmek, ilâç, hava ve ziya gibi birer hâcet-i zarûriye hükmünde ihsânını tazelendirir.
Hem meselâ:
gibi tehdid âyetlerini Kur’ân gâyet şiddetle ve hiddetle ve gâyet kuvvet ve tekrarla zikretmesinin hikmeti ise; -Risâle-i Nur’da kat’i isbat edildiği gibi- beşerin küfrü, kâinatın ve ekser mahlûkatın hukuklarına öyle bir tecavüzdür ki, semavâtı ve arzı kızdırıyor ve anâsırı hiddete getirip tufanlarla o zalimleri tokatlıyor.
âyetinin sarâhatiyle o zalim münkirlere Cehennem öyle öfkeleniyor ki, hiddetinden parça parça olmak ve parçalanmak derecesine geliyor. İşte böyle bir cinâyet-i âmmeye ve hadsiz bir tecavüze karşı beşerin küçüklük ve ehemmiyetsizliği noktasında değil, belki zâlîmane cinâyetinin azametine ve kâfirane tecavüzünün dehşetine karşı Sultan-ı Kâinat kendi raiyetinin hukukunun ehemmiyetini ve o münkirlerin küfür ve zulmündeki nihayetsiz çirkinliğini göstermek hikmetiyle fermanında gâyet hiddet ve şiddetle o cinâyeti ve cezasını değil bin def’a, belki milyonlar ve milyarlar ile tekrar etse, yine israf ve kusur değil ki,