Bir zaman iki adam, bir havuzda yıkandılar. Fevkalâde bir te’sir altında kendilerinden geçtiler. Gözlerini açtıkları vakit gördüler ki, acib bir âleme götürülmüşler. Öyle bir âlem ki: Kemâl-i intizamından bir memleket hükmünde, belki bir şehir hükmünde, belki bir saray hükmündedir. Kemâl-i hayretlerinden etraflarına baktılar. Gördüler ki:
Bir cihette bakılsa, azîm bir âlem görünüyor. Bir cihette bakılsa, muntazam bir memleket. Bir cihette bakılsa, mükemmel bir şehir. Diğer bir cihette bakılsa, gâyet muhteşem bir âlemi içine almış bir saraydır. Şu acâib âlemde gezerek seyran ettiler. Gördüler ki: Bir kısım mahlûklar var; bir tarz ile konuşuyorlar. Fakat bunlar, onların dillerini bilmiyorlar. Yalnız işâretlerinden anlaşılıyor ki, mühim işler görüyorlar ve ehemmiyetli vazifeler yapıyorlar. O iki adamdan birisi, arkadaşına dedi ki: “Şu acib âlemin elbette bir müdebbiri ve şu muntazam memleketin bir mâliki, şu mükemmel şehrin bir sâhibi, şu musanna sarayın bir ustası vardır. Biz çalışmalıyız, O’nu tanımalıyız. Çünkü anlaşılıyor ki, bizi buraya getiren O’dur.