Hiç mümkün müdür ki, bu sarayın ustasından başka birisi gelip, bu acib sarayı küçük bir makinede dercetsin? Hem hiç mümkün müdür ki; bir kutu kadar bir makine bütün bir âlemi içine aldığı halde, tesâdüfî veyahut abes bir iş içinde bulunsun? Demek, bütün gözün gördüğü ne kadar antika makineler var, o gizli Zât’ın birer sikkesi hükmündedirler. Belki birer dellâl, birer i’lânname hükmündedirler. Lîsan-ı halleriyle derler ki: “Biz öyle bir Zât’ın san’atıyız ki: Bütün bu âlemimizi, bizi yaptığı ve suhûletle îcad ettiği gibi kolaylıkla yapabilir bir Zât’tır.”
Dördüncü Bürhan:
Ey muannid arkadaş! Gel, sana daha acibini göstereceğim. Bak: Bu memlekette bütün bu işler, bu şeyler değişti, değişiyor, bir hâlette durmuyor. Dikkat et ki: Bu gördüğümüz câmid cisimler, hissiz kutular; birer hâ-kim-i mutlak sûretini aldılar; âdeta herbir şey, bütün eşyaya hükmediyor. İşte bu yanımızdaki bu makineye bak; (Hâşiye-6) güya emrediyor. İşte onun tezyinatına ve işlemesine lâzım levazımat ve maddeler, uzak yerlerden koşup geliyorlar. İşte oraya bak: O şuursuz cisim (Hâşiye-7) güya bir işâret ediyor, en büyük bir cismi, kendine hizmetkâr ediyor, kendi işlerinde çalıştırıyor. Daha başka şeyleri bunlara kıyas et. Âdeta herbir şey, bütün bu âlemdeki hilkatleri müsahhar ediyor. Eğer o gizli Zât’ı kabul etmezsen, bütün bu memleketteki taşında, toprağında, hayvanında, insana benzer mahlûklarda; o Zât’ın bütün hünerlerini, san’atlarını, kemâlâtlarını, birer birer (o şeylere) vereceksin. İşte, aklın uzak gördüğü bir tek mu’ciznüma Zât’ın bedeline, milyarlar onun gibi mu’ciznüma, hem birbirine zıd, hem birbirine misil, hem birbiri içinde bulunsun; bu intizam bozulmasın, ortalığı karıştırmasınlar. Halbuki bu koca memlekette iki parmak karışsa, karıştırır. Çünkü, bir köyde iki müdür, bir şehirde iki vali, bir memlekette iki pâdişâh bulunsa, karıştırır. Nerede kaldı, hadsiz hâkim-i mutlak beraber bulunsun?
-----------------------(Hâşiye-6): Makine, meyvedar ağaçlara işârettir. Çünkü: Yüzer tezgâhları, fabrikaları incecik dallarında taşıyor gibi; hayretnüma yaprakları, çiçekleri, meyveleri dokuyor, süslendiriyor, pişiriyor, bizlere uzatıyor. Halbuki çam ve katran gibi muhteşem ağaçlar, kuru bir taşta tezgâhını atmış, çalışıp duruyorlar.
(Hâşiye-7): Hububata, tohumlara, sineklerin tohumcuklarına işârettir. Meselâ, bir sinek bir kara ağacın yaprağında yumurtasını bırakır. Birden o koca kara ağaç, yapraklarını o yumurtalara bir rahm-ı mader, bir beşik ve bal gibi bir gıda ile dolu bir mahzene çeviriyor. Âdeta o meyvesiz ağaç, o sûrette zîruh meyveler veriyor.