İşte bu esaslı düstûr-u umûmîye binâendir ki: Bu kitab-ı kebir-i kâinatın Nakkaş-ı Ezelî’si, bu kâinatla ve bu kâinatın herbir sahifesiyle ve herbir satıriyle, hatta harfleri ve noktalariyle kendini tanıttırmak ve kemâlâtını bildirmek ve cemâlini göstermek ve kendisini sevdirmek için en cüz’îden en küllîye kadar herbir mevcûdun müteaddit lîsanlariyle cemâl-i kemâlini ve kemâl-i cemâlini tanıttırıyor ve sevdiriyor.
İşte ey gâfil insan! Bu Hâkim-i Hakem-i Hakîm-i Zülcelâli Velcemâl, sana karşı kendisini herbir mahlûkiyle böyle hadsiz ve parlak tarzlarda tanıttırmak ve sevdirmek istediği halde, sen O’nun tanıttırmasına karşı îmanla tanımazsan ve O’nun sevdirmesine mukâbil ubûdiyetinle kendini O’na sevdirmezsen ne derece hadsiz muzaaf bir cehalet, bir hasâret olduğunu bil, ayıl!..
İkinci Noktanın İkinci Mes’elesi: Bu kâinatın Sâni-i Kadîr ve Hakîm’inin mülkünde iştirak yeri yoktur. Çünkü: Herşeyde nihayet derecede intizam bulunduğundan, şirki kabul edemez. Çünkü: Müteaddit eller bir işe karışırsa, o iş karışır. Bir memlekette iki pâdişâh, bir şehirde iki vali, bir köyde iki müdür bulunsa; o memleket, o şehir, o köyün her işinde bir karışıklık başlayacağı gibi.. en edna bir vazifedar adam, o vazifesine başkasının müdâhalesini kabul etmemesi gösteriyor ki: Hâkimiyetin en esaslı hassası, elbette istiklal ve infiraddır. Demek intizam vahdeti ve hâkimiyet, infiradı iktiza eder. Mâdem hâkimiyetin bir muvakkat gölgesi, muavenete muhtaç ve âciz insanlarda böyle müdâhaleyi reddederse elbette derece-i Rubûbiyyette hakîki bir hâkimiyet-i mutlaka, bir Kadîr-i Mutlak’ta bütün şiddetiyle müdâhaleyi reddetmek gerektir. Eğer zerre kadar müdâhale olsaydı, intizam bozulacaktı.
Halbuki bu kâinat öyle bir tarzda yaratılmış ki: Bir çekirdeği halketmek için, bir ağacı halkedebilir bir kudret lâzımdır. Ve bir ağacı halketmek için de kâinatı halkedebilir bir kudret gerektir. Ve kâinat içinde parmak karıştıran bir şerik bulunsa, en küçük bir çekirdekte de hissedar olmak lâzım gelir. Çünkü o, onun nümûnesidir. O halde, koca kâinatta yerleşmeyen iki Rubûbiyyet, bir çekirdekte, belki bir zerrede yerleşmek lâzım gelir. Bu ise, muhâlatın ve bâtıl hayalatın en ma’nasız ve en uzak bir muhâlidir. Koca kâinatın umum ahvâl ve keyfiyatını mîzan-ı adlinde ve nizam-ı hikmetinde tutan bir Kadîr-i Mutlak’ın aczini, hatta bir çekirdekte dahi iktiza eden şirk ve küfür ne kadar hadsiz derecede muzaaf bir hilâf, bir hata, bir yalan olduğunu..