Kâinatı, eczaları adedince risâleler içinde bulunan bir kitab-ı kebir hükmüne getiren; ve Levh-i Mahfûz’un defterleri olan İmâm-ı Mübin ve Kitab-ı Mübin’de bütün mevcûdâtın bütün sergüzeştlerini kaydedip yazan ve umum çekirdeklerde umum ağaçlarının fihristlerini ve proğramlarını ve zîşuurun başlarında bütün kuvve-i hâfızalarda, sâhiblerinin tarihçe-i hayatlarını yanlışsız, muntazaman yazdıran ilminin herşeye ihâtasına; ve herbir mevcûda çok hikmetleri takan, hatta herbir ağaçta meyveleri sayısınca neticeleri verdiren; ve herbir zîhayatta âzaları, belki eczaları ve hüceyratları adedince maslahatları ta’kib eden; hatta insanın lîsanını çok vazifelerde tavzif etmekle beraber, taamların tatları adedince zevkî olan mîzancıklar ile teçhiz ettiren hikmet-i kudsiyenin herbir şeye şümulüne; hem bu dünyada nümûneleri görülen celâlî ve cemâlî isimlerinin tecellileri daha parlak bir sûrette ebed-ül âbâdda devam edeceğine ve bu fâni âlemde nümûneleri müşahede edilen ihsanâtının daha şa’şaalı bir sûrette Dâr-ı Saadette istimrarına ve bekasına ve bu dünyada onları gören müştakların ebedde dahi refakatlarına ve beraber bulunmalarına bil’icma’, bil’ittifak şehâdet ve delâlet ve işâret ederler.
Hem, yüzer mu’cizat-ı bâhiresine ve âyât-ı katıasına istinâden, başta Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ve Kur’ân-ı Hakîm’in olarak, bütün ervah-ı neyyire ashabı olan enbiyâlar ve kulûb-u nurânîye aktabı olan evliyâlar ve ukûl-ü münevvere erbabı olan asfiyâlar; bütün suhuf ve kütüb-ü mukaddesede, Senin çok tekrar ile ettiğin va’dlerine ve tehdidlerine istinâden; ve Senin kudret ve rahmet ve inâyet ve hikmet ve celâl ve cemâlin gibi kudsî sıfatlarına ve şe’nlerine ve izzet-i celâline ve Saltanat-ı Rubûbiyyetine i’timaden ve keşfiyat ve müşahedat ve ilmelyakîn i’tikâdlariyle, saadet-i ebediyeyi cin ve inse müjdeliyorlar. Ve ehl-i dalâlet için Cehennem bulunduğunu haber verip i’lân ediyorlar ve îman edip şehâdet ediyorlar...
Ey Kadîr-i Hakîm! Ey Rahman-ı Rahîm! Ey Sâdık-ul Va’d-il Kerîm! Ey izzet ve azamet ve celâl sâhibi Kahhar-ı Zülcelâl! Bu kadar sâdık dostlarını ve bu kadar va’dlerini ve bu kadar sıfât ve şuunatını tekzib edip, Saltanat-ı Rubûbiyyetinin kat’i mukteziyatını ve sevdiğin ve onlar dahi Seni tasdik ve itaatle kendilerini Sana sevdiren hadsiz makbul ibadının hadsiz duâlarını ve da’valarını reddederek, küfür ve isyan ile ve Seni va’dinde tekzib etmekle, Senin azamet-i kibriyana dokunan ve izzet-i celâline dokunduran ve Ulûhiyyetinin haysiyetine ilişen ve şefkat-i Rubûbiyyetini müteessir eden ehl-i dalâlet ve ehl-i küfrü,Haşrin inkârında tasdik etmekten yüz bin derece mukaddessin;