Ve âhiretin gelmesiyle, kemâlâtı sukûttan ve adâlet-i mutlakası müstehziyane gadr-ı mutlaktan ve hikmet-i âmmesi sefâhetkârane abesiyetten ve rahmet-i vâsiası lâhiyane tâzibden ve izzet-i kudreti zelîlâne acizden kurtulurlar, takaddüs ederler. Elbette ve elbette ve herhalde îman-ı billahın yüzer nüktesinden bu altı mâdemlerdeki hakîkatların muktezasiyle: Kıyamet kopacak, haşr ve neşr olacak, dâr-ı mücâzat ve mükâfat açılacak. Tâ ki Arz’ın mezkûr ehemmiyeti ve merkeziyeti ve insanın ehemmiyeti ve kıymeti tahakkuk edebilsin ve Arz ve insanın Hâlıkı ve Rabbi olan Mutasarrıf-ı Hakîm’in mezkûr adâleti, hikmeti, rahmeti, saltanatı takarrur edebilsin ve o Bâkî Rabb’in mezkûr hakîki dostları ve müştakları i’dam-ı ebedîden kurtulsun ve o dostların en büyüğü ve en kıymetdarı, bütün kâinatı memnun ve minnetdar eden kudsî hizmetlerinin mükâfatını görsün ve Sultan-ı Sermedî’nin kemâlâtı naks ve kusurdan ve kudreti acizden ve hikmeti sefâhetten ve adâleti zulümden tenezzüh ve takaddüs ve teberri etsin.
Elhâsıl: Mâdem Allah var. Elbette âhiret vardır.
Hem nasılki; mezkûr üç erkân-ı îmaniye onları isbat eden bütün delilleriyle Haşre şehâdet ve delâlet ederler. Öyle de:
olan iki rükn-ü îmanî dahi, Haşri istilzâm edip kuvvetli bir sûrette âlem-i bekaya şehâdet ve delâlet ederler. Şöyle ki: Melâikenin vücûdunu ve vazife-i ubûdiyetlerini isbat eden bütün deliller ve hadsiz müşahedeler, mükâlemeler; dolayısiyle âlem-i ervahın ve âlem-i gaybın ve âlem-i bekanın ve âlem-i âhiretin ve ileride cin ve ins ile şenlendirilecek olan dâr-ı saadetin ve Cennet ve Cehennem’in vücûdlarına delâlet ederler. Çünkü, melekler bu âlemleri izn-i İlâhî ile görebilirler ve girerler ve Hazret-i Cebrâil gibi, insanlar ile görüşen umum melâike-i mukarrebîn mezkûr âlemlerin vücûdlarını ve onlar, onlarda gezdiklerini müttefikan haber veriyorlar. Görmediğimiz Amerika kıt’asının vücûdunu, ondan gelenlerin ihbariyle bedihî bildiğimiz gibi; yüz tevâtür kuvvetinde bulunan melâike ihbaratiyle âlem-i bekanın ve dâr-ı âhiretin ve Cennet ve Cehennem’in vücûdlarına o kat’iyyette îman etmek gerektir ve öyle de îman ederiz.