Bediüzzaman, o harbde gönüllülere cesaret vermek için sipere girmeyerek avcı hattında dolaşırdı. Avcı hattında en ileride atını sağa sola koştururken, birden hatırına gelir ve rûhuna ilişir ki: “Şu anda şehit olsam; bu vazîyetim, yâni en ilerde göze çarpan şu halim, sakın mertebe-i şehâdetin bir esası olan ihlâsıma zarar vermesin, bir hodfuruşluk ma’nası olmasın” diyerek, birden atını döndürür ve arkadaşlarının yanına gelir. (Hâşiye).
Hâşiye: İşte; muharebenin şiddetli anında, hayat - memat mes’elesi vaktinde “Benim zâhiren kahramanlık gibi görünen bu vazîyetim hakîki ihlâsa aykırı olmasın?” diye düşünmesi kemâlât-ı insaniyenin bir misâlidir, denilebilir. Meydan-ı harbde, düşman karşısında, gülleler içerisinde; talebelerine cesaret vermek için en elzem bir kahramanlığı fiilen göstermek emeliyle avcı hattında atını sağa sola döndürürken, bu sûretle cesaret-i îmaniye ve şehamet-i İslâmiyeyi en âlâ bir derecede bir kumandan ma’nasiyle ifa ederken, rûhunda ve niyetinde en âlî ve safî bir mertebe-i kemâl olan sırr-ı ihlâsı kaçırmamayı ehemmiyetle düşünmesi ve dikkat kesilmesi; onun zâhiren takdire şâyan hizmet-i dîniyesi, fedakârane mücahedesi kadar, belki daha ziyâde, rûhunun kemâline de delâlet eder.
İşte, Molla Said bütün hayatının şehâdetiyle gerçi beynel-İslâm “Bediüzzaman”, “Sâhibüzzaman”, “Fahrüddeveran”, “Fatinülasır” ünvanlariyle yâdedilmiş; fakat bu hiçbir zaman hakîkatsız ve bir sözden ibâret değildir. Risâle-i Nur ile yaptığı muazzam hizmet-i îmaniye ve Kur’âniyesi ve teşkil ettiği hamiyet-i diniye ile serfiraz milyonlar fedakâr talebelerin kudsî şahs-ı ma’nevîsi, bir şâhid-i sâdık ve bir delil-i katı’dır...