İşte âlemin ruhu bu hakîkata temas etmişse de, tamamını kavrayamayarak ismini bilemeyip şu vechile hatayı isimlendirmişler, cevabını verir.
Şirvanda bulunduğu sırada Siirt civarından birisi gelerek:
− Aman efendim, Siirt’e bir çocuk gelmiş, kendisi on dört – on beş yaşında, umum ulemâyı ilzam etti. Şunu ilzam etmek için sizi davete geldim, der.
Molla Said de şu davete îcabet ederek Siirt’e gitmek için hazırlanır. Yola düşerler, iki saat gittikten sonra, o küçük hocanın evsaf ve kıyafetini sorar. O adam:
− Efendim, ismini bilmiyorum; fakat ilk gelişte derviş kıyafetinde olup omuzunda bir posteki vardı. Bilâhare talebe kıyafetine girdi ve umum ulemâyı ilzam etti.
Bunu dinlediğinde, kendisinden bahsettiğini ve bir sene evvelki kendi vukuatının şimdi civar köylerde şüyû bulduğunu anlayarak geriye döner, davete îcabet etmez.
Bilâhare Siirt’e bağlı Tillo kasabasına gitti. Meşhur bir türbeye kapandı. Orada harika olarak Kamûs-u Okyanus’u Bâb-üs-Sin’e kadar hıfzetti. Ne fikre binâen kamusu hıfzettiği sorulduğunda:
− Kamus her kelimenin kaç ma’naya geldiğini yazıyor; ben de bunun aksine olarak her ma’naya kaç kelime kullanıldığını gösterir bir kamus vücûda getirmek merakına düştüm, cevabında bulundu. Mezkûr türbeye kapandığı vakit küçük biraderi Mehmed, yemeğini getiriyordu. Yemek içindeki taneleri kubbenin etrafında bulunan karıncalara vererek kendisi ekmeğini yemeğin suyuna batırarak kanaat ediyordu.
− Neden dolayı taneleri karıncalara veriyorsun? denildiğinde,
− Bunlarda hayat-ı içtimâîyeye malikiyet ve fevkalâde vazîfeşinaslık ve çalışma bulunduğunu müşahede ettiğim için cumhuriyet-perverliklerine mükâfaten kendilerine muâvenet etmek istiyorum, cevabında bulunmuştur... (Hâşiye).
Hâşiye: 1935 de Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde “Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?” suâline cevaben:
− Eskişehir mahkeme reisinden başka daha sizler dünyaya gelmeden benim dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım isbat eder, diyerek yukarıda zikredilen “Karınca hadisesini” anlatır ve şöyle der:
− Hulefa-yı Raşidîn herbiri hem halife, hem reis-i cumhur idi. Sıddık-ı Ekber, Aşere-i Mübeşşereye ve Sahâbe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat ma’nasız isim ve resim değil, belki hakîkat-ı adâleti ve hürriyet-i şer’iyyeyi taşıyan ma’na-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.