Bu suale cevap verecek, Isparta Vilâyetinin hükümetidir ve şu vilâyetin milletidir. Çünkü bu hükümet ve şu millet, benden çok ziyâde bu sualin altındaki ma’na ile alâkadardırlar. Mâdem binler efradı bulunan bir hükümet ve yüz binler efradı bulunan bir millet benim bedelime düşünmeye ve müdafaa etmeye mecbûrdur, ben neden lüzumsuz olarak müddeîlerle konuşup müdafaa edeyim. Çünkü dokuz senedir ben bu vilâyetteyim, gittikçe daha ziyâde dünyalarına arkamı çeviriyorum. Hiçbir halim de mestur kalmamış. En gizli, en mahrem risâlelerim dahi hükümetin ve ba’zı meb’usların ellerine geçmiş. Eğer ehl-i dünyayı telâşa ve endişeye düşürecek dünyevî bir karışmak hâlim ve karıştırmak teşebbüsüm ve fikrim olsaydı, bu vilâyet ve kazalardaki hükümet, dokuz sene dikkat ve tecessüs ettikleri halde ve ben de çekinmiyerek yanıma gelenlere esrarımı beyân ettiğim halde, hükümet bana karşı sükût edip ilişmediler. Eğer milletin ve vatanın saadetine ve istikbâline zarar verecek bir kabahatim varsa, dokuz senedenberi valisinden tut, köy karakol kumandanına kadar kendilerini mes’ul eder. Onlar kendilerini mes’uliyetten kurtarmak için, hakkımda habbeyi kubbe yapanlara karşı, kubbeyi habbe yapıp beni müdafaa etmeye mecbûrdurlar. Öyle ise bu sualin cevabını onlara havale ediyorum.
Amma şu vilâyetin milleti, umûmîyetle benden ziyâde beni müdafaa etmek mecbûriyetleri şundandır ki, bu dokuz senedir; hem kardeş, hem dost, hem mübârek olan bu milletin hayat-ı ebediyesine ve kuvvet-i îmaniyesine ve saadet-i hayatiyesine bilfiil ve maddeten te’sirini gösteren yüzer risâlelerle çalıştığımızı ve hiçbir dağdağa ve zarar, hiç kimseye o risâleler yüzünden gelmediği ve hiçbir garazkârane tereşşühat-ı siyasiye ve dünyeviye görülmediği ve “Lillah-il-Hamd” şu Isparta Vilâyeti, eski zamanın Şam-ı Şerîfinin mübârekiyetini ve Âlem-i İslâmın medrese-i umumîsi olan Mısırın Câmi-ül-Ezher’in mübârekiyeti nev’inden, kuvve-i îmaniye ve salâbet-i dîniye cihetinde bir mübârekiyet makamını Risâle-i Nur vasıtasiyle kazanarak; bu vilâyette îmanın kuvveti, lâkaydlığa ve ibâdetin iştiyakı, sefahete hâkim olmasını ve umum vilâyetlerin fevkinde bir meziyet-i dindarâneyi Risâle-i Nur, bu vilâyete kazandırdığından; elbette bu vilâyetteki umum insanlar, hatta faraza dinsizi de olsa, beni ve Risâle-i Nuru müdafaaya mecbûrdur. Onların çok ehemmiyetli müdafaa hakları içinde, benim gibi vazîfesini bitirmiş ve “Lillah-il-Hamd” binlerle şâkirdler benim gibi bir âcizin yerinde çalışmış ve çalıştığı hengâmda, ehemmiyetsiz cüz’î hakkım beni müdafaaya sevketmiyor. Bu kadar binlerle dâva vekilleri bulunan bir adam, kendi dâvasını kendi müdafaa etmez.