Âlem-i insaniyette ve İslâmiyette üç muazzam mes’ele olan îman ve şeriat ve hayattır. İçlerinde en muazzamı îman hakîkatları olduğundan, bu hakâik-ı îmaniye-i Kur’âniye başka cereyanlara, başka kuvvetlere tâbi ve âlet edilmemek ve elmas gibi o Kur’ân’ın hakîkatlarını, dini dünyaya satan veya âlet eden adamların nazarında cam parçalarına indirmemek ve en kudsî ve en büyük vazîfe olan îmanı kurtarmak hizmetini tam yerine getirmek için Risâle-i Nur’un has ve sâdık talebeleri gâyet şiddet ve nefretle siyasetten kaçıyorlar. Hatta sizin bu kardeşiniz, siz de bilirsiniz, bu on sekiz senedir, o kadar muhtaç olduğum halde siyasete, hayat-ı içtimâîyeye temas etmemek için hükümete karşı bir tek müracaatım olmadığı gibi, bu sekiz-dokuz aydır, Küre-i Arzın bu herc ü mercini bir tek def’a ne suâl ve ne de merak ettim.
SAİD NURSÎ
Ey Kardeşlerim,
Sizler biliyorsunuz ki bizim mesleğimizde benlik, enâniyet, şân ve şeref perdesi altında makam sâhibi olmaktan, öldürücü zehir gibi ondan kaçıyoruz; onu ihsas eden hâletten şiddetle içtinâb ediyoruz. Elbette burada, altı-yedi sene gözünüzle ve yirmi seneden beri tahkikatınızla anlamışsınız ki ben, şahsıma karşı hürmet ve makam vermek istemiyorum. Sizleri o noktada şiddetle tekdir etmişim. Bana, haddimden fazla mevki vermeyiniz diye sizden darılıyorum. Yalnız, Kur’ân-ı Hakîm’in bu zamanda bir mu’cize-i ma’nevîyesi olan Risâle-i Nur hesabına ve ben de onun bir şâkirdi olmak haysiyetiyle, ona karşı tasdikkârane teslimi ve irtibatı şâkirane kabul ediyorum. İşte bu derece enâniyetten ve benlikden ve şân ü şeref nâmı altındaki riyakârlıktan kaçmayı düstûr-u hareket ittihaz eden adamlara karşı, ehl-i hükümetin, ehl-i idare ve zâbıtanın evhama düşmeleri, ne kadar ma’nasız ve lüzumsuz olduğunu divâneler de anlar.
SAİD NURSÎ