Bir zaman Kastamonu’da “Hâlikımızı bize tanıttır” diyen lise talebelerine sâbık Altıncı Mes’elede mektep fünununun dilleriyle verdiğim dersi, Denizli Hapishânesinde benimle temas edebilen mahpuslar okudular; tam bir kanaat-ı îmaniye aldıklarından, âhirete bir iştiyak hissedip, “Bize âhiretimizi de tam bildir; tâ ki nefsimiz ve zamanın şeytanları bizi yoldan çıkarmasın, daha böyle hapislere sokmasın” dediler. Ve Denizli hapsindeki Risâle-i Nur Şâkirdlerinin ve sâbıkan Altıncı Mes’eleyi okuyanların arzulariyle, âhiret rüknünün dahi bir hülâsasının beyanı lâzım geldi. Ben de, Risâle-i Nurdan bir kısa hülâsa ile derim:
Nasılki Altıncı Mes’elede biz Hâlikımızı Arzdan, Semavâttan sorduk; onlar, fenlerin dilleriyle Hâlikımızı bize Güneş gibi tanıttırdılar; aynen biz de, âhiretimizi, başta o bildiğimiz Rabbimizden, sonra Peygamberimizden (A.S.M.) sonra Kur’ânımızdan, sonra sâir peygamberler ve mukaddes kitaplardan, sonra melâikelerden, sonra kâinattan soracağız.
İşte evvelâ birinci mertebede, âhireti Allah’tan soruyoruz. O da, bütün gönderdiği elçileriyle ve fermanlariyle ve bütün isimleriyle ve sıfatlariyle: “Evet âhiret var ve sizi oraya sevkediyorum!” ferman ediyor. Onuncu Söz, on iki parlak ve kat’i “Hakîkat”lar ile, Esmâ-i Hüsnâdan bir kısım isimlerin âhirete dâir cevaplarını isbat ve îzah eylemiş. Burada, o îzaha iktifâen gâyet kısa bir işâret ederiz.