“Kıymetdar eser” diye diyânet kütübhânesine konulan “Zülfikâr ve Asâ-yı Mûsa” gibi Kabr-i Peygamberî (A.S.M.) üzerinde alâmet-i makbuliyet olarak Asâ-yı Mûsâ mecmûasını hacılar gördükleri halde, Nur eczalarını evrâk-ı muzırra gibi toplayıp mahkeme eline vermek; acaba hiç bir kanun, hiç bir vicdan hiç bir insaf buna müsaade eder mi?
BİR KAÇ NOKTA MA’RÛZÂTIM VAR
Birincisi: Ekser Enbiyânın şarkta ve Asya’da zuhurları ve ağleb-i hükemanın garbta ve Avrupa’da gelmeleri kader-i ezeliyenin bir işâretidir ki; Asya’da din hâkimdir; Felsefe ikinci derecededir. Bu remz-i kadere binâen, Asya’da hüküm süren, dindar olmazsa da, din lehine çalışanlara ilişmemeli belki teşvik etmelidir.
İkincisi: Kur’ân-ı Hakîm, bu zemin kafasının aklı ve kuvve-i müfekkiresidir. El’iyâzübillâh; Eğer Kur’ân Küre-i Arz’ın başından çıksa, Arz divâne olacak. Akıldan boş kalan kafasını bir seyyareye çarpması, bir kıyamet kopmasına sebeb olması akıldan uzak değildir. Evet Kur’ân; Arşı Ferş ile bağlamış bir zincir, bir Hablullahdır. Cazibe-i umûmîyeden ziyâde zemini muhafaza ediyor. İşte, bu Kur’ân-ı Azîmüşşan’ın hakîki ve kuvvetli bir tefsiri olan Risâle-i Nur; bu asırda, bu vatanda, bu millete yirmi seneden beri te’sirini göstermiş büyük bir ni’met-i İlâhîyye ve sönmez bir mu’cize-i Kur’âniyedir. Hükümet, ona ilişmek ve talebelerini ondan ürkütüp vazgeçirmek değil, belki onu himaye etmek ve okunmasına teşvik etmek gerektir.
Üçüncüsü: Ehl-i îmandan bütün gelenler, mâziye gidenlere mağfiret duâlariyle ve hasenatlarını onların ruhlarına bağışlamalariyle yardımlarına binâen Denizli Mahkemesinde demiştim: “Makeme-i Kübrâda milyarlar ehl-i îman olan dâvacılar tarafından, Kur’ân hakîkatlarına hizmet eden Nur Talebelerini mahkûm ve perîşan etmek isteyenlerden ve sizlerden sorulsa ki: