Bununla beraber hiç endişe etmeyiniz; biz, inâyet-i İlâhîyye altındayız ve bütün meşakkatlara karşı kemâl-i sabırla belki şükür ile mukabele etmeğe azmetmişiz. Bir dirhem zahmet, bir batman rahmet ve sevabı netice verdiğinden şükretmeğe mükellefiz.
SAİD NURSÎ
Aziz, Sıddık Kardeşlerim,
İki ehemmiyetli sebep ve bir kuvvetli ihtara binaen, ben, bütün vazîfe-i müdafaatı, buraya gelen ve gelecek Nur erkânlarına bırakmağa kalben mecbûr oldum. Husûsan (H, R, T, F, S)
Birinci Sebep: Ben; hem sorgu dâiresinde, hem çok emârelerden kat’i bildim ki, bana karşı ellerinden geldiği kadar müşkilât yapmağa ve fikren onlara galebe etmemden kaçmağa çalışıyorlar ve resmen de onlara iş’ar var. Güya ben konuşsam, mahkemeleri ilzam edecek derecede ve diplomatları susturacak bir iktidar-ı ilmî ve siyasî göstereceğim diye, benim konuşmama bahânelerle mâni oluyorlar. Hatta sorguda bir suale karşı dedim: “Tahattur edemiyorum” O hâkim, taaccüb ve hayretle dedi: “Senin gibi fevkalâde acib zekâvet ve ilim sahibi nasıl unutur?” Onlar, Risâle-i Nur’un hârika yüksekliklerini ve ilmî tahkikatını benim fikrimden zannedip dehşet almışlar beni konuşturmak istemiyorlar.
Hem güya benim ile kim görüşse, birden Nur’un fedakâr bir talebesi olur. Onun için beni görüştürmüyorlar. Hatta Diyanet Reisi dahi demiş: “Kim onun ile görüşse, ona kapılır; cazibesi kuvvetlidir.” Demek şimdi, işimi de sizlere bırakmağa maslahatımız iktiza ediyor. Ve yanınızdaki yeni ve eski müdafaatlarım, benim bedelime sizin meşveretinize iştirâk eder; o kâfidir.
................................................
Aziz, Sıddık Kardeşlerim,
Bugün ma’nevî bir ihtarla, sizin hesabınıza bir telâş, bir hüzün bana geldi. Çabuk çıkmak istiyen ve derd-i maişet için endişe eden kardeşlerimizin, hakîkaten beni müteellim ve mahzun ettiği aynı dakikada, bir mübârek hâtıra ile bir hakîkat ve bir müjde kalbe geldi ki;