Tarihçe-i Hayat | Sekizinci Kısım - Isparta Hayatı | 662
(612-740)

Bediüzzaman’ın İstanbul’a Teşrifi Münâsebetiyle Üniversiteli Bir Nur Talebesinin Arkadaşına Yazdığı Mektub:

Sevgili Üstadımızın teşrifinden dolayı bizi ve İstanbul’u tebrikinize teşekkür ederim. Bu muhteşem, müstesna hâdiseden dolayı, koca şehir kaynadı; için için bayram yapıyor. Âlimi-câhili, fakiri-zengini, genci-ihtiyarı mahkemelerde, otelde her yerde onu görmeye ve dinlemeye koşuyor.

Ru’yalarımız dahi neş’e ve ferahla dolu... Düşmanlarımızın ise yüzleri daha ziyâde karardı. Nifaklarının hiçbir şey yapmadığını ve yapamayacağını artık biliyorlar. Üstadımız, İstanbul’un şahsiyet devrinin yadigârı olan her şeye yeniden can verdiler. Kardeşlerimizin gözünde, şehrin manzarası birdenbire değişti. Ayasofya, Sarayburnu’na kadar uzandı. Minarelerinde yine Ezân-ı Muhammedî (A.S.M.) okunuyor; içinde, hâfızlar yeniden Kur’ân-ı Kerîm tilâvetine başladılar. Fâtih, her gün türbesinden kalkarak, fethettiği şehrin büyük ve mübârek misafirine, “Hoş geldiniz!” diyor ve onu tebrik ediyor. Yenicâmiin şerefesinden, Beyoğlu’nun en karanlık ve mülevves izbesine kadar nüfuz edecek ışık tufanını şimdiden görür gibi oluyoruz. Hepsinin; Ayasofya’nın, Fâtih’in, Sultan Ahmed’in, Eyyüb’ün ve Süleymaniye’nin ve bütün Müslüman İstanbul’un hicap perdelerini yüzlerinden atışı ve bize daha muhteşem ve daha samîmi görünmeleri, bu büyük teşriften ve bu ulvî nurdan... Üstadımız, artık bu şehrin Güneşi. O giderse, ufkundaki Güneş de onu takip edecek ve milyonluk şehir kararıverecek. Tesellimiz, Fâtih şehrinin Risâle-i Nur’la aydınlanacağı ve parlayacağı ümididir.

Üstadımızın teşrifini telefonla haber verdikleri zaman, cansız vücûdumdan birdenbire bir cereyan geçti. Öldürücü ve uyuşturucu değil; dirilten, canlandıran bir cereyan... Maddî ve ma’nevî varlığımın bir anda kuvvet bulup, muazzam bir mıknatısın beni çektiğini hissettim. Ağır Ceza Mahkemesine vâsıl olduğum zaman, biraz evvelki tahassüslerimin bütün cem’iyyette hâkim olduğunu farkettim. Mahkemenin içi ve dışı tıklım tıklım dolu idi. Kalabalığı yararak içeri girmek istedim; fakat gözüm iki üniversiteli talebenin arasında yürüyen Üstada ilişti. Ma’nasiyle olduğu kadar maddesi ve kıyafeti ile de bambaşka olan ve şu anda milyonlarca gözün onun üzerinde toplandığı müstesna varlık, sanki hiçbir şeyle alâkadar değildi ve hiçbir hâdiseden haberi yoktu.

Dinle
-