Risâle-i Nur, taklidî îmanı tahkiki îmana çevirip -îmanı kuvvetlendirip- iki cihanın saadetini kazandırıp, hüsn-ü hâtimeyi netice verir. En büyük dinsiz feylesofları da ilzam etmiştir.
Risâle-i Nurun bir husûsiyeti de şudur ki: Diğer Mütekellimîne muhalif olarak ehl-i dalâletin menfiliklerini zikretmeden, yalnız müsbeti ders vererek, yara yapmaksızın tedavi etmesidir. Bu i’tibârla bu zamanda Risâle-i Nur, vehim ve vesveseleri mahvediyor, akla gelen sualleri, istifhamları; nefsi ilzam, kalbi ikna ederek cevaplandırıyor. Risâle-i Nur; hem aklı, hem kalbi tenvir eder, nurlandırır; hem nefsi musahhar eder. Bunun içindir ki; yalnız akılla giden ehl-i mektep ve ehl-i felsefe, ve kalb yoluyla giden ehl-i tasavvuf, Risâle-i Nura sarılıyorlar. Ve ehl-i mekteb ve felsefe anlıyorlar ki, hakîki münevverlik; akıl ve kalp nurunun mezciyle kabildir. Yalnız akılla gitmek, aklı göze indiriyor. Bu hal ise, bir kanadı kırık olanın mahkûm olduğu sukutu netice veriyor. İhlâslı, hâlis ehl-i tasavvuf idrak ediyor ki, demek zaman eski zaman değildir; böyle bir zamanda, hem kalb ile, hem akıl ile bizi hakîkat yolunda götürecek ve hakîkata vâsıl edecek Kur’ânî bir yol lâzımdır ki, biz zülcenaheyn olabilelim (Hâşiye). İntibaha gelmiş olan ehl-i medrese vâkıf oluyorlar ki; eski zamanda medrese usulü ile on beş senede elde edilebilen îmanî ve İslâmî netice bu zamanda, Risâle-i Nur’la on beş haftada elde edilebiliyor. Üstadımız buyuruyorlar ki: “Bir sene Risâle-i Nur derslerini anlayarak ve kabul ederek okuyan kimse, bu zamanın mühim ve hakîkatlı bir âlimi olabilir.”
Risâle-i Nur, Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimizin nurânî meşrebini ve Sahabe-i Kiramın âlî seciyesini beyân eden bir nur ve feyiz hazinesidir. İşte bu mezkûr vaziyet, bugünkü dünyaya taptaze, nurânî bir hayat ve yepyeni bir veçhe vererek şu hakîkati gösteriyor ki; çoktandır birbirine muarız zannedilen ehl-i mekteble ehl-i medreseyi ve ehl-i tekyeyi, Risâle-i Nur tevhid ve te’lif ediyor.
Hâşiye: Yetmiş-seksen senelik bir seyr-i sülûkle kutbiyete ve gavsiyete erişen pek ender zâtların bir noktaya kadar gidip “Burası müntehadır, ilerisine gidilmez.” dedikleri mertebeleri, Bediüzzaman, Kur’ândan bulduğu bir yolla, ilimle daha ilerisine gittiğini, Arabî Mesnevî-i Nuriye Mecmûasını mütâlâa eden zâtlar söylüyorlar. Büyük bir şaheser olan bu Arabî eseri mütalâa eden o müdakkik ehl-i ilim, “Bu eserdeki çok derin ve pek ince ve gâyet derecede yüksek hakîkatlardan ne kadar istifade edebilsek bize kârdır.” diyorlar.