Bediüzzaman, mukabelesiz hediye kabul etmemeyi düstûr-u hayat edindiği düşmanlarınca da tasdik edilerek, İslâmiyet düşmanlarının ehl-i ilme yaptığı ithamı, bu düstûruyla fiilen tekzip ve ilmin hiçbir şey’e âlet olmadığını yine fiiliyatı ile ispat etmiştir. Ulema-i İslâmın şeref ve haysiyetini ve izzet-i İslâmiye ve izzet-i dîniyeyi, en zâlim ve hunhar hükümdarlar karşısında bile muhafaza ve müdafaa etmiştir. Aç kaldığı zamanlarda dahi, hayatı boyunca olan istiğna kaidesini bozmamış ve “iktisat ve kanaat iki büyük hazinedir, bunların bereketi bana kâfidir” diyerek halklardan istiğna etmiş ve etmektedir.
Bediüzzaman Said Nursî’nin senelerdenberi hapisten hapse, zindandan zindana atılması ve menfâdan menfâya sürülmesi ve kendisine dâima tazyikler ve şiddetli zulüm ve dehşetli işkenceler yapılması ve on yedi def’a zehir verilmesi, bir günde bir aylık azaplar çektirilmesi, kendisinin ve Risâle-i Nur Külliyatının hakkaniyet ve sıdkına birer canlı mühür ve birer parlak delildir. Meselâ: Hindistan’da sormuşlar: “Bediüzzaman nasıl bir kimsedir?” Cevaben denilmiş ki: “Hasta, garip, fakir, mazlum, hediye ve sadakaları kabul etmeyen ve hâlen de çekmekte olduğu o kadar zulümlere rağmen altmış senedir dâvasından vazgeçmeyen bir ihtiyardır.” Onlar da: “Öyleyse o hakîkat söylüyor ve küfr-ü mutlaka, dinsizlere, zındıklara boyun eğmiyor, riyakârlık etmiyor, dalkavukluk yapmıyor ve Kur’ân ve İslâmiyete te’sirli ve küllî bir hizmet yapıyor ki, onlar da Ona zulüm etmişler.” demişler.
Üstadımız Bediüzzaman hakkında, takdirkâr ve faziletperver zatların takdirleri bir senadan ibâret değildir; bir vâkıadır; fiiliyat ve icraatının belki yüzden birisini kısaca âcizane ve noksan bir tarzda nakletmektir. Hem bu mevzuda Risâle-i Nur talebelerinin takdirkâr makale, mektup ve fıkraları bir medih değildir; belki Üstadımızın dîni hizmetini hedef tutan, şahsına taarruz eden vicdansız ve insafsız din düşmanlarına karşı müsbet bir müdafaadır (Hâşiye).
Hâşiye: İns ve cin şeytanları ve dinsizlerin bir desîsesi de budur ki; ba’zan derler ve dedirtirler: “Üstâdınız şahsına kıymet vermiyor; siz ise O’nun hakkında takdirkâr mektuplar yazıp, Üstâdınızın rızâsına uygun hareket etmiyorsunuz.” İşte onlar, Risâle-i Nur ve Üstadımızı İslâmiyet düşmanlarına karşı müsbet ve nezih bir tarzda müdafaa etmekten men’etmek için safdillik damarlarından istifade ile böyle bir fikir ve mugalâta ile Nur Talebelerini aldatmaya, iğfal etmeye çalışırlar.
Evet Üstadımız Bediüzzaman, ihlâsının iktizası olarak şahsına kıymet vermiyebilir; bu hâl, Üstadımızdaki yüksek bir kemâlât ve âlî bir seciyenin timsalidir. O, şahsına ne kadar kıymet vermiyorsa, bizim Onda milyarlar derece fazla kıymet ve ehemmiyeti görmemiz, basiret ve insaniyetin muktezasıdır. Bir lütf-u İlâhîdir. Zîra Risâle-i Nur gibi parlak bir tefsir-i Kur’ân olan şâheser, O’nun varlığından meydana gelmiş ve fışkırmıştır. Öyle bir eserin müellifiyle yalnız bugünkü Âlem-i İslâm değil, yalnız asr-ı hâzır beşeriyeti değil, nesl-i âtideki milyarlar kimsenin hayat ve memat davası Risâle-i Nurla alâkadardır.