Siracınnûr | Onikinci Münacat | 178
(177-179)

Ve bu bağlandığım ve meftun olduğum şu dâr-ı dünya da kat’i bir yakin ile anladım ki; hâliktir gider ve fânidir, ölür. Ve bilmüşahede içinde ki mevcûdât dahi, birbiri arkasından kafile kafile göçüp gider, kaybolur. Husûsan benim gibi nefs-i emmâreyi taşıyanlara şu dünya çok gaddardır, mekkârdır. Bir lezzet verse, bin elem takar çektirir. Bir üzüm yedirse yüz tokat vurur.

Ey Rabb-ı Rahîmim! Ve ey Hâlık-ı Kerîmim!

sırrıyla ben şimdiden görüyorum ki; yakın bir zamanda ben kefenimi giydim; tabutuma bindim; dostlarımla veda eyledim. Kabrime teveccüh edip giderken, senin dergâh-ı rahmetinde, cenazemin lîsan-ı hâliyle, ruhumun lîsan-ı kaliyle bağırarak derim:

“El amân el-amân! Yâ hannân! Yâ Mennân!” Beni günahlarımın hacâletinden kurtar!

İşte kabrimin başına ulaştım; boynuma kefenimi takıp kabrimin başında uzanan cismimin üzerine durdum. Başımı dergâh-ı Rahmetine kaldırıp bütün kuvvetimle feryad edip nida ediyorum:

El-amân el-amân! Yâ Hannân! Ya Mennan!” Beni günahlarımın ağır yüklerinden halâs eyle!

İşte kabrime girdim; kefenime sarıldım. Teşyî’ciler beni bırakıp gittiler. Senin afv ü rahmetini intizar ediyorum.. Ve bilmüşahede gördüm ki: Senden başka melce’ ve mence’ yok. Günahların çirkin yüzünden ve mâ’siyetin vahşi şeklinden ve o mekânın darlığından bütün kuvvetimle nida edip;

“El-amân el-amân! Ya Rahmân! Ya Hannân! Ya Mennân! Ya Deyyân! Beni çirkin günahlarımın arkadaşlıklarından kurtar; yerimi genişlettir.

İlâhî! Senin rahmetin melceimdir ve Rahmetenli’l-Âlemîn olan Habibin, senin rahmetine yetişmek için vesilemdir. Senden şekvâ değil, belki nefsimi ve halimi sana şekvâ ediyorum.

Ey Hâlık-ı kerîmim ve ey Rabb-ı Rahîmim! Senin Said ismindeki mahlukûn ve masnûun ve abdin; hem âsî, hem âciz, hem gafil, hem câhil, hem alîl, hem zelîl, hem müsi’, hem müsin, hem şakî, hem seyyidinden kaçmış bir köle olduğu halde, kırk sene sonra nedamet edip senin dergâhına avdet etmek istiyor.

Ses Yok