Birincisi: Teşbihler ve temsiller sûretinde rivâyet edilen bir kısım hadîsler, mürûr-u zamanla avamın nazarında hakîkat telâkki edildiğinden vâkıa mutabık çıkmıyor. Ayn-ı hakîkat olduğu halde vakıa mutabakatı görünmüyor. Meselâ: Hamele-i Arş gibi arzın hamelesinden olan “Sevr” ve “Hut” nâmında ve misalinde iki melâike, koca bir öküz ve pek büyük bir balık tasavvur edilmiş.
İkincisi: Bir kısım hadîsler İslâmların ekseriyeti noktasında veya hükümet-i İslâmiyenin veya merkez-i hilafetin nokta-i nazarında vürûd ettiği halde, umum ehl-i dünyaya şamil zannedilmiş ve bir cihette husûsi bulunduğu halde, küllî ve âmm telakki edilmiş. Meselâ, rivâyette vardır ki: “Bir zaman gelecek, Allah Allah diyen kalmayacak.” Yâni, “Zikirhâneler kapanacak ve Türkçe ezan ve kamet okunacak” demektir.
Dördüncü Nokta: Ecel ve mevt gibi umûr-u gaybiye çok hikmet ve maslahat cihetiyle gizli kaldığı misillü, dünyanın sekerâtı ve mevti ve nev’-i beşerin ve cins-i hayvanın eceli ve vefatı olan kıyamet dahi çok maslahatlar için gizlenilmiş.
Evet, eğer ecel vakti muayyen olsaydı, -yarı ömür gaflet-i mutlaka içinde ve yarıdan sonra, darağacına asılmak için her gün bir ayak daha onun tarafına atılmakla dehşet-i mutlaka içinde- havf ve recanın muvâzene-i maslahatkârane ve hakîmânesi bozulduğu gibi, aynen öyle de: Dünyanın eceli ve sekeratı olan kıyamet vakti muayyen olsaydı, kurûn-u ûlâ ve vusta fikr-i âhiretten pek az müteessir olacaktı. Ve kurûn-u uhrâ, dehşet-i mutlaka içinde bulunup ne hayat-ı dünyeviyenin lezzeti ve kıymeti kalır ve ne de havf ve reca içinde ihtiyar ile itaatkârane olan ubudiyetin ehemmiyeti ve hikmeti bulunurdu.
Hem eğer muayyen olsa, bir kısım hakâik-i îmaniye bedâhet derecesine girer, herkes ister istemez tasdik eder. İhtiyar ve irâde ile bağlı olan sırr-ı teklif ve hikmet-i îman bozulur. İşte bunun gibi çok maslahatlar için umûr-u gaybiye gizli kaldığından herkes her dakikada hem ecelini, hem bekasını düşündüğü için; hem dünyaya, hem âhiretine çalışabildiği gibi, her asırda dahi hem kıyamet kopacağını, hem dünyanın devamını düşünebildiği için; hem dünyanın fâniliğinde hayat-ı bâkiyeye, hem hiç ölmeyecek gibi imâret-i dünyaya çalışabilir.