gibi mesâildir. Hakîkatlerini beyân edeceğim; tâ, dinin düşmanlarının gözleri kapatılsın ve dostlarının gözleri dahi açılsın. İşte başlıyorum:
Birinci Mes’ele
Senin munsıf olan zihnine ma’lûmdur ki: Küreviyet-i arz ve yerin yuvarlaklığına; muhakkikîn-i İslâm eğerçi ittifak-ı sükûtîyle olsa ittifak etmişlerdir. Eğer bir şübhen varsa “Makasıd” ve “Mevakıf”a git; maksada vukuf ve ıttıla’ peyda edeceksin ve göreceksin: Sa’d ve Seyyid, top gibi küreyi ellerinde tutmuşlar, her tarafına temâşâ ediyorlar.
Eğer o kapı sana açılamadı; “Mefatîhü’l-Gayb” olan İmâm-ı Râzî’nin geniş olan tefsirine gir ve serir-i tedriste o dâhî imamın halka-i dersinde otur, dersini dinle.
Eğer onun ile mutmain olamadın; arzı, küreviyet kabına sığıştıramadın; İbrahim Hakkı’nın arkasına düş, Hüccetü’l-İslâm olan İmâm-ı Gazâli’nin yanına git, fetva iste... De ki: “Küreviyette müşahhat var mıdır?” Elbette diyecek: “Kabul etmezsen müşahhat vardır.” Zîra tâ zamanından beri şöyle bir fetva göndermiş: “Kim küreviyet-i arz gibi bürhan-ı kat’iyle sâbit olan bir emri, dine himâyet bahânesiyle inkâr ve reddetse; dine cinâyet-i azîm etmiş olur. Zîra bu, sadâkat değil, hıyanettir.”
Eğer ümmisin fetvayı okuyamıyorsun, bizim hemasrımız ve fikren biraderimiz olan Hüseyn-i Cisrî’nin sözünü dinle!.. Zîra yüksek sesle münkir-i küreviyeti tehdid ettiği gibi, hakîkat kuvvetiyle pervasız olarak der: “Kim dine istinâd ile, himâyet yolunda müdevveriyet-i arzı inkâr eder ise sadîk-ı ahmaktır, adüvvü şedidden daha ziyâde zarar vermiş olur.”
Eğer bu yüksek sesle senin yatmış olan fikr-i hakîkatın uykudan kalkmadıysa ve gözün de açılamadı; İbn-i Hümam ve Fahrü’l-İslâm gibi zâtların ellerini tut, İmâm-ı Şafiî’ye git, istifta et, de ki: