“Şerîatta vardır: Bir vakitte beş vaktin namazı kılınır. Hem de bir kavim vardır, yatsı namazlarının vakti ba’zı vakitte yoktur. Hem de bir kavim vardır: Güneş çok günlerde gurub ve çok gecelerde tulû’ etmez; nasıl oruç tutacaklar?
Hem de istifsar et ki: Şartın tarif-i şer’îsi olan sâir erkâna mukarin olan şeydir. Nasıl namazda şart olan istikbâl-i kıbleye intibak eder. Halbuki yalnız kıyam ve yarı kuudda mukarenet vardır?”
Emin ol, İmâm-ı Şafiî mes’ele-i ûlâyı şarktan ve garbdan geçen dâirenin müdevveriyetiyle tasvir edecektir. İkinci ve üçüncü mes’eleyi dahi, cenubdan şimale mümted olan dâirenin mukavvesiyetiyle tatbik edecektir. Bürhan-ı aklî gibi cevab verecektir. Hem de kıble mes’elesinde diyecek: “Kıble ve Kâ’be öyle bir amud-u nurânîdir ki; semavâtı arşa kadar takmış ve nazmedip Küre-i Arz’ın tabakatını ferşe kadar delerek kâinatın muntazam bir amud-u nurânîsi olmuştur. Eğer gıtâ ve perde keşfolunsa,hatt-ı şakul ile senin gözünün şuâı, namazın herbir hareketinde ayn-ı kıble ile temas ve musafaha edecektir.”
Ey birader!.. Eğer sen zannettiğim adamlardansan, acib hülyaların âlem-i hayalden başka bir yer bulamadığından bir kıymeti yoktur. Tâ kalbe girebilsin. Sen de inanmıyorsun, nefsini kandıramıyorsun; fakat sapmışsın. Eğer o hayalâta açık ve hakîkata kapalı olan kalbinizde pek çok def’a mütehayyilenizden daha küçük olan küre-i arz yerleşmez ise tevsi-i zihin için nazarın ufkunu genişlettir. Bir meclis hükmünde geçinen arzın sâkinlerini gör, sual et. Zîra ev sâhibi evini bilir. Onlar umumen müşahede ve tevâtür ile bir lîsanla sana söyleyecekler: “Yahu!.. Bizim beşiğimiz ve fezayı âlemde şimendiferimiz olan küremiz o kadar divâne değildir. Ecrâm-ı ulviyede cari olan kâide ve kanun-u İlâhîden şüzuz ve serkeşlik etsin.” Hem de delâil-i mücesseme-i musattaha olarak haritaları ibraz edecektir.