ve zaman-ı hal, yâni asr-ı saâdet lîsan-ı haliyle tabiat-ı Arabdaki inkılâb-ı azîmin ve bedeviyet-i sırftan medeniyet-i mahzânın def’aten tevellüdünü şâhid göstererek nübüvvetini isbat.. ve zaman-ı müstakbel kendi vukuat ve fünûnunun etvar-ı müdakkikanesiyle onun mevkib-i ikbalini istikbâl.. ve lîsan-ı hakîmane ile irşâdâtına teşekkür; nev’-i beşer kendi muhakkikleriyle ba’hûsus hatîb-i beliği ki, şems gibi kendi kendine bürhan olan Muhammed’in (A.S.M.) lîsan-ı fasihânesiyle haktan geldiğini i’lân ve Zât-ı Zülcelâl kendi Kur’ânının lîsan-ı beliğanesiyle ol Nebiyy-i Ümmi’nin ferman-ı risâletini kıraat ediyorlar ve okuyorlar.
Beyt:
Emma ba’d: Şu fakîr, garîb Nursî ki, Bid’atüzzaman lâkabıyla müsemmâ olmaya lâyık iken haberi olmadan “Bediüzzaman” ile meşhur olan biçâre, tedenni-i milletten ciğeri yanmış gibi feryad ü figan ederek, “Ah!. ah!.. ah!.. vâ esefâ” der ki: İslâmiyetin mağz ve lübbünü terkederek kışrına ve zâhirine vakf-ı nazar ettik ve aldandık. Ve sû-i fehim ve sû-i edeble İslâmiyetin hakkını ve müstehak olduğu hürmeti îfa edemedik. Tâ, o da bizden nefret ederek evham ve hayalâtın bulutlarıyla sarılıp tesettür eyledi.
Hem de hakkı var. Zîra biz İsrailiyâtı usûlüne ve hikâyâtı akaidine ve mecazatı hakâikine karıştırarak kıymetini takdir edemedik. O da ceza olarak bizi dünyada te’dib için zillet ve sefalet içinde bıraktı. Bizi kurtaracak yine onun merhametidir.
Öyle ise, ey ihvan-ı müslimîn!.. Geliniz, ona tarziye vereceğiz. El birliğiyle dest-i sadakatı uzatacağız, biat edeceğiz. Onun hablü’lmetinine sarılacağız.
Hem de bilâperva olarak i’lân ederim: Beni geçmiş asırların efkârına karşı mübarezeye heyecan ve şecaate getiren