Kitaplar ise Kur’ân’da işâret olunan ilmü’ssema ve ilmü’larz ve ilmü’lbeşeri tahkik ile bir nevi tefsirdir.
Maksada urûc etmek için mukaddemelerden istimdâd etmek, ehl-i tahkikin düstûrlarındandır. Öyle ise biz de on iki basamaklı bir merdiven yapacağız.
Takarrur etmiş usûldendir: Akıl ve nakil taâruz ettikleri vakitte, akıl asıl i’tibâr ve nakil te’vil olunur. Fakat o akıl, akıl olsa gerektir.
Hem de tahakkuk etmiş: Kur’ân’ın herbir tarafında intişar eden makasıd-ı esasiye ve anâsır-ı asliye dörttür. Onlar da: İsbat-ı Sâni-i Vâhid ve nübüvvet ve haşr-i cismanî ve adâlettir. Yâni, hikmet tarafından kâinata irad olunan suallere (şöyle: “Ey kâinat!. Nereden ve kimin emriyle geliyorsunuz? Sultanınız kimdir? Delil ve hatibiniz kimdir? Ne edeceksiniz? Ve nereye gideceksiniz?”) Kat’i cevab verecek yalnız Kur’ân’dır. Öyle ise Kur’ânda makasıddan başka olan kâinat bahsi istitradîdir. Tâ san’atın intizamıyla Sâni-i Zülcelâl’e istidlal yolu gösterilsin. Evet, intizam görünür ve kemâl-i vuzuh ile kendini gösterir. Sâni’in vücûd ve kasd ve irâdesine kat’iyyen şehâdet eden intizam-ı san’at, kâinatın her cihetinde boynunu kaldırarak her canibinden lemaan eden hüsnü hilkati nazar-ı hikmete gösteriyor. Güya herbir masnu’ birer lîsan olup Sâni’in hikmetini tesbih ediyor. Ve herbir nev’ parmağını kaldırarak şehâdet ve işâret ediyor. Mâdem maksad budur ve mâdem kâinatın kitabından intizama olan rumuz ve işârâtını taallüm ediyoruz. Ve mâdem netice bir çıkar; teşekkülât-ı kâinat nefsülemirde nasıl olursa olsun, bize bizzât taalluk etmez. Fakat o meclis-i âlî-i Kur’ânî’ye girmiş olan kâinatın her ferdi dört vazife ile muvazzaftır: