Birincisi: İntizam ve ittifak ile Sultan-ı Ezel’in saltanatını i’lân...
İkincisi: Herbiri birer fenn-i hakîkinin mevzu ve müntehabı olduklarından İslâmiyet fünûn-u hakîkiyenin zübdesi olduğunu izhâr...
Üçüncüsü: Herbiri birer nev’in nümûnesi olduklarından hilkatte cârî olan kavânin ve nevâmis-i İlâhîyyeye İslâmiyeti tatbik ve mutabık olduğunu isbat.. tâ o nevâmis-i fıtriyenin imdâdıyla, İslâmiyet neşv ü nema bulsun. Evet, bu hâsiyetle Dîn-i Mübîn-i İslâm, sâir heva ve heves içinde muallâk ve medetsiz, ba’zan ışık ve ba’zan zulmet veren ve çabuk tegayyüre yüz tutan dinlerden mümtaz ve serfirazdır.
Dördüncüsü: Herbiri birer hakîkatın nümûnesi olduklarından, efkârı hakâik cihetine tevcih ve teşvik ve tenbih etmektir. Ezcümle: Kur’ân’da kasem ile temeyyüz etmiş olan ecrâm-ı ulviye ve süfliyeyi tefekkürden gaflet edenleri dâima îkâz ederler. Evet, kasemat-ı Kur’âniye, nevm-i gaflette dalanlara kar’ul asâdır.
Şimdi tahakkuk etmiş şu şöyledir. Öyle ise: Şek ve şübhe etmemek lâzımdır ki; mu’ciz ve en yüksek derece-i belâgatta olan Kur’ân-ı Mürşid, esâlib-i Araba en muvafıkı ve tarîk-i istidlâlin en müstakîm ve en vâzıhı ve en kısasını ihtiyar edecektir. Demek hissiyat-ı âmmeyi tefhim ve irşad için, bir derece ihtiram edecektir. Demek, delil olan intizam-ı kâinatı öyle bir vecih ile zikredecek ki; onlarca ma’rûf ve akıllarına me’nus ola... Yoksa delil, müddeadan daha hafî olmuş olur. Bu ise, tarîk-ı irşâda ve meslek-i belâgata ve mezheb-i i’caza muhaliftir. Meselâ: Eğer Kur’ân dese idi: “Yâ eyyühennâs!.. Fezada uçan meczub ve misafir ve müteharrik olan küre-i zemîne ve cereyanıyla beraber müstekarrında istikrar eden şemse ve ecrâm-ı ulviyeyi birbiriyle bağlayan cazibe-i umûmîyeye ve fezayı gayr-ı mütenahîde dal ve budakları münteşir olan şecere-i hilkatten, anâsır-ı kesîreden olan münasebat-ı kimyeviyeye nazar ve tedebbür ediniz;