Evvelki keşşafın tebahhur-u fikrine ve mehaliki iktihamına bedel, bir küçük sefine ile bir pusula kîfayet edecekti. Fakat, bununla beraber şimdi gelecek bir hakîkatı nazar-ı dikkate almak lâzımdır. Şöyle ki: Mesâil iki kısımdır:
Birisinde telahuk-u efkâr te’sir eder. Belki ona mütevakkıftır. Nasıl ki maddiyatta büyük bir taşı kaldırmak için teavün lâzımdır.
Kısm-ı diğerîde esas i’tibâriyle telahuk ve teavün te’sirsizdir. Bin de, bir de birdir. Nasıl ki hariçte bir uçurum üzerinden atlamak veyahut bir dar yerden geçmekte küll ve küllü vâhid birdir. Teavün faide vermez.
Bu kıyasa binâen fünûnun bir kısmı, büyük taşın kaldırılması gibi teavüne muhtaçtır. Bunların ekseri, ulûm-u maddiyedendir. Diğer bir kısmı, ikinci misâle benzer. Tekemmülü def’î, yahut def’î gibi olur. Bu ise, ağlebi ma’nevîyat veya ulûm-u İlâhîyedendir. Lâkin eğer çendan telâhuk-u efkâr bu kısm-ı sâninin mâhiyetini tağyir ve tekmil ve tezyid edemez ise de; bürhanların mesleklerine vuzuh ve zuhur ve kuvvet verir.
Hem de nazar-ı dikkate almak lâzımdır ki: Kim bir şeyde çok tevaggul etse; galiben başkasında gabileşmesine sebebiyet verir. Bu sırra binâendir ki: Maddiyatta tevaggul eden, ma’nevîyatta gabileşir ve sathî olur. Bu noktaya nazaran; maddiyatta mehareti olanın ma’nevîyatta hükmü hüccet olmasına sebeb olmadığı gibi, çok def’a sözü dahi şâyân-ı istima’ değildir. Evet, bir hasta; tıbbı hendeseye kıyas ederek, tabibe bedelen mühendise müracaat edip gösterdiği ilâcı isti’mal eder ise; akrabasına ta’ziye vermeye da’vet ve kendisi için kabristan-ı fenânın hastahânesine nakl-i mekân etmek için bir raporu istemek demektir. Kezalik hakâik-i mahzâ ve mücerredat-ı sırfeden olan ma’nevîyatta, maddiyyûnun hükümlerine müracaat ve fikirleriyle istişâre etmek, âdeta latîfe-i Rabbânîye denilen kalbin sektesini ve cevher-i nurânî olan aklın sekerâtını i’lân etmek demektir. Evet, herşeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise ma’nevîyatı göremez...