Muhakemat | İkinci Makale | 76
(67-89)

Ezcümle: “Âyâtın delâil-i i’cazının miftahı ve esrâr-ı belâgatının keşşafı yalnız belâgat-ı Arabiyedir. Felsefe-i Yunaniye değildir.”

Veyahut makale-i ûlâda olan mes’ele-i ûlânın hâtimesindeki işârete bak.

İşte “Hilkat denilen şerîat-ı fıtriye, meczub ve misafir olan küre-i arza farz etmiştir ki: Şemse iktida eden yıldızların safında durmak, şüzuz etmemek... Zîra zemîn zevciyle beraber demişlerdir. Taat ise cemâatle daha ahsendir.”

Şimdi teemmül et! Bu misâller, karşı ve arkalarından öyle makamatı gösterir ki, arkalarından başka makamat hayalmeyal gibi başını çıkarıyor.



Altıncı Mes’ele

Kelâmın semeratı ise; tabakat-ı muhtelifede, suver-i müteaddidede teşekkül eden maânîdir. Şöyle:

Kimya’ya aşina olanlara ma’lûmdur. Bir maddeyi, meselâ altun gibi bir unsuru istihsal edildiği vakit, makine veya fabrika ile müteaddid borular ile muhtelif teressübatıyla, mütenevvi’ teşekkülat ile tabakat-ı mütefavitede geçer. En nihayet ondan bir kısım tahassül eder. Kelâm denilen maânî-i mütefavitenin fotoğrafıyla alınmış muhtasar bir haritanın istiab ettiği gibi.Mefahim-i mütefavitenin sûret-i teşekkülü budur ki, te’sirat-ı hâriciyeden kalbin bir kısım ihtisasatı ihtizaza gelmekle müyulat tevellüd eder. Ondan hevaî ma’nalar bir derece aklın nazarına ilişmekle, aklı kendine müteveccih eder. Sonra o buhar halindeki ma’na bir kısmı tekasüf etmekle temayülat ve tasavvuratın bir kısmı muallak kalıp bir kısım dahi takattur ettiğinden akıl ona rağbet gösterir. Sonra mayi halindeki kısımdan bir kısım tasallüb ve tahassül ettiğinden, akıl onu kelâm içine alıyor. Sonra o mütesallibden bir resm-i mahsus ile temessül ve tecelli ettiğinden, akıl onun kametine göre bir kelâm-ı mahsus ile onu gösterir.

Ses Yok