Belâgatın ukde-i hayatiyesi, ta’bir-i diğer ile beyânın felsefesi veyahut şiirin hikmeti ise; hâriciyatın nevamisi ve mekayisini temessül etmektir. Şöyle: Hakâik-i hâriciyedeki kanunları kıyas-ı temsilî cihetiyle ve deveran tarîkiyle ve vehmin tasarrufuyla şâirane olan ma’nevîyat ve ahvâlde yerleştirmektir. Demek âyine gibi hariçten in’ikas eden hakîkatın şuâlarını temessül eder. Güya kendi san’at-ı hayaliyesiyle ve nakş-ı kelâmîsiyle hilkat ve tabiatı taklid ve muhakât eder. Evet kelâmda hakîkat olmaz ise de, en ekall şebih ve nizamından istimdâd etmek ve onun danesi üzerinde sünbüllenmek gerektir. Fakat her danenin mahsus bir sünbülü vardır. Bir buğday bir ağaç kadar sünbüllenmez. Felsefe-i beyân nazara alınmaz ise; belâgat hurafat gibi hayal gul gibi sâmi’e hayretten başka bir faide vermez.
İşâret: Felsefe-i beyâniyeye müşabih, Nahv’in dahi bir felsefesi vardır. O felsefe ise, vâzıın hikmetini beyân eder. Kütübü Nahiv’de mezkûr olan, münasebat-ı meşhure üzerine müessestir. Meselâ bir mamule iki âmil dâhil olmaz. Ve “hel” lafzı fiili gördüğü gibi sabretmez, visal ister. Hem fâil kuvvetlidir, kavî olan zammeyi kendine gasbeder. Meselâ, hariç ve kâinatta cari olan kanunların birer aks-i misâlîsidir.
Tenbih: Bu münasebat-ı Nahviye ve Sarfiye olan hikmet-i vâzı’ ise; felsefe-i beyân derecesinde olmaz ise de, pek büyük bir kıymeti vardır. Ezcümle: İstikra ile sâbit olan ulûm-u nakliyeyi, ulûm-u akliyenin sûretlerine çeviriyor.