Hem de hemmatla’ olanlarda sâbittir ki, görülmüştür. Birisi ve en birincisi ve en kübrâsı olan Kur’ân-ı Mübîn’dir. İşte sâbıkan bir nebzesine îma olunan yedi cihetle i’cazı müberhendir. İlââhirihî... Sâir mu’cizatı kütübü mutebereye havale ediyorum.
Ey benim kelâmımı mütâla’a eden zevat! Geniş bir fikir ile ve müteyakkız bir nazar ile ve müvazeneli bir basiretle mecmu-u kelâmımı yâni mesalik-i hamseyi muhit bir dâire veya müstedir bir sur gibi nazara alınız, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın nübüvvetine merkez gibi temâşâ ediniz. Veyahut sultanın etrafına halka tutmuş olan asakir-i müteavinenin nazarıyla bakınız! Tâ ki bir taraftan hücum eden evhamı, mütecavibe ve müteavine olan cevanib-i sâire def’ edebilsin. İşte şu halde Japonların suali olan
ye karşı derim: İşte Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm...
İşâret ve irşâd ve tenbih: Vakta kâinat tarafından, hükûmet-i hilkat canibinden müstantık ve sâil sıfatıyla gönderilen fenni hikmet, istikbâle teveccüh eden nev’-i beşerin talîalarına rastgelmiş; birden fenni hikmet şöyle bir takım sualleri irad etmiş ki: “Ey insan evlâdları! Nereden geliyorsunuz? Kimin emriyle? Ne edeceksiniz? Nereye gideceksiniz? Mebdeiniz nereden? Ve müntehanız nereyedir?”
O vakit nev’-i beşerin hatib ve mürşid ve reisi olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ayağa kalkarak, hükûmet-i hilkat canibinden gelen fenni hikmete şöyle cevab vermiştir ki:
“Ey müstantık efendi! Biz maaşir-i mevcûdât, Sultanı Ezel’in emriyle, kudreti İlâhîyenin dâiresinden me’muriyet sıfatıyla gelmişiz.