Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın elinin temas ettiği yer, parlak bir nurânîyet vermiş ki, muhaddisler
ta’bir etmişler. Yâni, doru atın alnındaki beyaz gibi, temas yeri öyle parlıyordu.
Beşincisi: Katâde İbn-i Selman’ın yüzüne elini sürmüş, duâ etmiş. Katâde’nin yüzü âyine gibi parlamağa başlamış.
Altıncısı: Ümmü’l-Mü’minîn Ümm-ü Seleme’nin kızı ve Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın üvey kızı Zeyneb’e, küçükken Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm onun yüzüne abdest suyu atıp taltif etmiş. O suyun temasından sonra, Zeyneb’in hüsn ü cemâli acîb sûret almış, bedi’-ül cemâl olmuş.
İşte şu cüz’iyatlar gibi daha çok misâller var. Onların çoğunu eimme-i hadîs nakletmişler. Bu cüz’iyatın herbirini, haber-i vâhid ve zaîf farzetsek dahi, yine mecmuu ma’nevî bir tevâtür hükmünde, mutlak bir mu’cize-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm’ı gösterir. Çünkü bir hâdise, ayrı ayrı ve çok sûretlerle nakledilse, asıl hâdisenin vukuu kat’i olur. Sûretlerin herbiri zaîf dahi olsa, yine asıl hâdiseyi isbat ediyor. Meselâ:
Bir gürültü işitildi, ba’zılar dediler ki, filân ev harab oldu; diğeri, başka ev harab oldu dedi; daha başkası, başka bir evi söyledi ve hâkezâ... Herbir rivâyet, haber-i vâhid de, zaîf de, hilaf-ı vâki’ de olabilir. Fakat asıl vâkıa ki: Bir ev harap olmuş, o kat’idir; onda bütün müttefiktirler. Halbuki bahsettiğimiz şu altı cüz’iyat; hem sahîhtirler, hem ba’zıları şöhret derecesine çıkmışlar. Faraza bunların herbirini zaîf addetsek, temsilde mutlak bir hâne harap olması gibi, yine cüz’iyatın mecmuunda, mutlak bir mu’cize-i Ahmediyye Aleyhissalâtü Vesselâm’ın vücûdunu kat’iyyen gösterir.
İşte: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mu’cizât-ı bâhiresi, her bir nevide kat’i olarak mevcûddur. Cüz’iyatı dahi, o küllî ve mutlak mu’cizenin sûretleri veyahut nümûneleridir. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın nasılki “eli, parmakları, tükürüğü, nefesi, sözü yâni duâsı” çok mu’cizâtın mebdei oluyor. Aynen öyle de, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın sâir letâifi ve duyguları ve cihazatı, çok hârikalara medârdır. Kütüb-ü siyer ve tarih, o hârikaları beyân etmişler; sîret ve sûret ve duygularında, çok delâil-i nübüvvet bulunduğunu göstermişler...