Başka dâireler onu pek tanımaz. Ve askeriye müfettişi olsa, mülkiye dâiresi onu bilmez. Öyle de, anlaşılıyor ki; bütün devâir-i saltanat-ı İlâhîyede, melekten tut, tâ sineğe ve örümceğe kadar herbir tâife O’nu tanır ve bilir veya bildirilir. Demek Hâtemü’l-Enbiyâ ve Resûl-i Rabbi’l-Âlemîn’dir. Ve umum Enbiyânın fevkinde risâletinin şümûlü var.
ON ALTINCI İŞÂRET: İrhâsât denilen; bi’set-i nübüvvetten evvel fakat nübüvvetle alâkadar olarak vücûda gelen hârikalar dahi, delâil-i nübüvvettir. Şu da üç kısımdır:
BİRİNCİ KISIM: Nass-ı Kur’ânla; Tevrat, İncil, Zebûr ve Suhuf-u Enbiyânın, nübüvvet-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm’a dâir verdikleri haberdir. Evet mâdem o kitaplar semâvîdirler ve mâdem o kitap sâhibleri enbiyâdırlar; elbette ve herhalde onların dinlerini nesheden ve kâinatın şeklini değiştiren ve yerin yarısını getirdiği bir nûr ile ışıklandıran bir Zât’tan bahsetmeleri, zarurî ve kat’idir. Evet küçük hâdiseleri haber veren o kitaplar, nev’-i beşerin en büyük hâdisesi olan hâdise-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm’ı haber vermemek kabil midir? İşte mâdem bilbedâhe haber verecekler, herhalde ya tekzîb edecekler, tâ ki dinlerini tahribden ve kitaplarını neshden kurtarsınlar.. veya tasdik edecekler, tâ ki o hakîkatlı Zât ile, dinleri hurafattan ve tahrifattan kurtulsun. Halbuki, dost ve düşmanın ittifakıyla, tekzîb emâresi hiç bir kitapta yoktur. Öyle ise, tasdik vardır. Mâdem mutlak bir sûrette tasdik vardır ve mâdem şu tasdikin vücûdunu iktiza eden kat’i bir illet ve esaslı bir sebeb vardır; biz dahi, o tasdikin vücûduna delâlet eden üç hüccet-i kâtıa ile isbat edeceğiz:
Birinci Hüccet: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Kur’ânın lîsanıyla onlara der ki: “Kitaplarınızda, benim tasdikim ve evsâfım vardır. Benim beyân ettiğim şeylerde, kitaplarınız beni tasdik ediyor.”
gibi âyetlerle, onlara meydan okuyor.“Tevratınızı getiriniz, okuyunuz ve geliniz; biz çoluk ve çocuğumuzu alıp Cenâb-ı Hakk’ın dergâhına el açıp, yalancılar aleyhinde lânetle duâ edeceğiz!”