Zülfikar Risalesi | Yirmibeşinci Söz | 66
(1-86)

bütün bütün ye’se düşürmemek için, hem şunun gibi nihayetsiz bir cinâyete, hadsiz çirkin bir isyana Kahhar-ı Zülcelâl nasıl meydan verip kâinatı başlarına harab etmediğinin hikmetini göstermek için

der. O hâtime ile hikmet-i imhali gösterip, bir rica kapısı açık bırakır. İşte şu on işarât-ı i’câziyyeden anla ki, âyetlerin hâtimelerindeki fezlekelerde, çok reşehat-ı hidâyetiyle beraber çok lemaât-ı i’câziyye vardır ki, büleğaların en büyük dâhîleri, şu bedi’ üslûblara karşı kemâl-i hayret ve istihsanlarından parmağını ısırmış, dudağını dişlemiş, demiş. ya, hakkal-yakîn olarak îmân etmişler. Demek bâzı âyette, bütün mezkûr işaratla beraber bahsimize girmeyen çok mezaya-yı âheri de tazammun eder ki, o mezayanın icmâında öyle bir nakş-ı i’câz görünür ki, kör dahi görebilir...

İkinci Şu’lenin Üçüncü Nuru şudur ki: Kur’an, başka kelâmlarla kabil-i kıyas olamaz. Çünki: Kelâmın tabakaları, ulviyet ve kuvvet ve hüsn-ü cemâl cihetinden dört menbaı var. Biri mütekellim, biri muhatâb, biri maksad, biri makamdır. Ediblerin, yanlış olarak yalnız makam gösterdikleri gibi değildir. Öyle ise, sözde “Kim söylemiş? Kime söylemiş? Ne için söylemiş? Ne makamda söylemiş?” ise bak. Yalnız söze bakıp durma. Mâdem kelâm, kuvvetini, hüsnünü bu dört menbadan alır. Kur’anın menbaına dikkat edilse, Kur’anın derece-i belâ-gatı, ulviyet ve hüsnü anlaşılır. Evet, mâdem kelâm, mütekellime bakıyor. Eğer o kelâm emir ve nehiy ise, mütekellimin derecesine göre irade ve kudreti de tazammun eder. O vakit söz mukavemet-sûz olur; maddî elektrik gibi tesir eder, kelâmın ulviyet ve kuvveti o nisbette tezayüd eder.

Meselâ: yâni “Ya arz! Vazifen bitti suyunu yut. Ya semâ! Hacet kalmadı, yağmuru kes.”

Meselâ:

yâni “Ya arz! Ya semâ! İster istemez geliniz, hikmet ve kudretime râm olunuz. Ademden çıkıp, vücûdda meşhergâh-ı san’atıma geliniz.” dedi. Onlar da: “Biz kemâl-i itaatle geliyoruz. Bize gösterdiğin her vazifeyi senin kuvvetinle göreceğiz.”

Ses Yok