İşte Risale-i Nur’un bir hâdimi ve tercümanı olan Üstadım, Allah’ın abdi, İmam-ı Ali’nin manevî veledi ve Gavs-ı A’zam’ın müri-didir. Hakk’ın nusreti, Şah-ı Velayet’in himmeti ve Abdülkadir gibi bir sultanın muaveneti ile müeyyed ve mükerremdir. Henüz hizmet-i Kur’-aniye ve Nuriyede işi hitama ermemiş ve henüz kalem-i kaza bu cihan-ı fâniden âlem-i bâkiye seyr ü seyahatına müsaade vermemiş olacak ki; âlemlerin senedi, ins ü cinnin seyyidi Hazret-i Muhammed Aleyhis-salâtü Vesselâm’ın medediyle, o her zehiri şeker ve her şekeri kevser yapıyor. Bu suretle hüzn ü melâl bulutları eriyip dağılıyor. Nur kapı-sında durup cahil ve âlime, ümmi ve ârife, zalim ve mazluma, mü’min ve münkire, dost ve düşmana, iyi ve kötüye, hayvan ve haşerata ve bütün zîruha nur saçan Kur’an ve iman hizmetinde bulunup, asfiya ve etkıya nişanlarını taşıyan bu mübarek ve âyine-misal Nur şakirdlerin ve manevî şahsiyetin için sizi bütün ehl-i iman ve Kur’anın takdir ve tebrikine lâyık ve seza görüyorum.
Ey Kur’an’ın tercümanı! Nazar-ı dikkat ve im’anla senin bu mir’at-ı mücellâ olan Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsine bakan ehl-i ibret ve erbab-ı basiret istese, o âyinede Resul-i Hâşimî Aleyhissalâtü Vesselâm’ı seyredebilir. Hattâ daha keskin bir nazarla baksa, o Mahbub-u İlahî’nin gümüş alnını parlak ve güneş yüzünü görüp vech-i pâkinde dest-i kudretle yazılıp parlayan قُلْ هُوَ اللّهُ sure-i şerifesini âlim değil, bir ümmi de olsa okuyup anlar.
Ey mu’cize-i Kur’anî ve ey Nur-u Rahmanî! Şimdi beni biraz da tercüman ve serkâtibin, naşir-i efkâr ve kâşif-i esrar olan Üstad’ın huzur-u âlî ve irfanına çıkar ve onunla konuştur.
İşte yaşadığı bir küçük ve mütevazi bir kulübe, âdeta çırılçıplak. Bir su destisi ve bir kupa, küçük bir gaz ocağı ve bir çinko çanak, sade basit bir yatak. Gayet lüzumlu ve mahdud birkaç eşyadan maada bir şey görünmüyor. Ancak bir kilo kadar olan aylık erzakı ve zâd ü zahîresi paket halinde kâğıtta sarılı, bir çivide asılı duruyor. Bir seccade ve ecza-yı nuriyeleri var. Mülk ü mal, evlâd ü iyalden hiçbir eser ve yeryüzünde taht-ı temellük ve tasarrufunda bir karış yer yok. İşte onun zâil ve fâni oda ve eşyası. İşte onun mücerred ve münzevi şahsiyeti ve işte onun acı ve elîm hayatı. Yirmi küsur yıldan beri vaktini menfî ve mahpus geçirmekte olduğu hâl-i pürmelâli! Şu işkence ve eza, tüyleri ürpertip ciğerleri deliyor. Bu sabr u tahammülün neden hepsine fâik? Hangi imam-ı masumun ve hangi müçtehid-i mazlumun ecr-i azîmi ile mukayese ve müvazene edilecek?