MAHMUD ÇALIŞKAN
l838'de Emirdağ'da dünyaya geldi. Şeyh Ali Efendinin en küçük oğludur. Bediüzzaman'a hizmet etme bahtiyarlığına erenlerden..
Hatıralarını şöyle anlatıyor:
"Üstad Emirdağ'a l944 yazında gelmişti. Ben ise o zamanlar henüz altı yaşındaydım. Emirdağ'a ilk yerleştiği yer Gücenmez'in oteli olmuştu. Burada beş-on gün kalmıştı. Bu durum halk arasında kısa zamanda 'Emirdağ'a çok büyük bir hoca gelmiş, fakat kimseyle görüşmüyormuş!' tarzında yayılmıştı.
"Bizim Çalışkan'lardan Üstadı ilk gören ve ziyaret eden Hasan Ağabeyim olmuştu. Ağabeyim, 'Acaba kimmiş?' diye durumu öğrenmek için merakla otele gitmiş, üstaddan yakın alâka görmüştü. Kendisi, 'Hocam her ne ihtiyacınız varsa biz görelim' demiş ve o günden sonra da Üstadın hizmetlerini görmeye başlamıştı. Daha sonraları Mehmet Çalışkan ve diğer ağabeylerim gidip görüşmülerdi.
"Üstad otelde rahat edemiyordu. Hasan ağabeyim otelin karşısındaki boş bir evi tutup, Üstadı oraya yerleştirmişti.
"Bu günlerde babam Şeyh Ali vefat etmişti. Babam Nakşibendi tarikatına mensup olduğu için, halk arasında 'Şıh Ali' diye anılırdı. Hastalığı sebebiyle Üstadla görüşemeden vefat etmişti. Vefatını Mehmed ağabeyim Üstada söylemişti. Üstad rahmet dileyip dua ederek tesellî ettikten sonra, 'Derviş Ali'yle ben manen görüştüm. O büyük bir veli imiş. Büyüklüğünü ne kendisi, ne de siz bilmişsiniz. Onunla âlem-i berzahta her zaman beraberiz' diye buyurmuştu. Üstadımız babama, 'Derviş Ali' derdi. Kendisinin Emirdağ'a teşrifinden onbeş gün sonra vefat etmişti.
Afyon hapsine giriş
"Üstad havalar iyi olduğu zamanlarda kırlara giderdi. Yol bizim evin önünden geçerdi. Üstadın giyinişi, yürüyüşü hep dikkatimizi çekerdi. Bizim mahallede görünür görünmez, mahallelinin bütün çocukları koşar, elini öperdik. O da bizim başımızı okşar, 'Maşaallah, maşaallah!' diye tebessüm ederek, dualar ederdi.
"l948 senesinde Üstadı ve ona hizmet eden Osman, Mehmed, Hasan, Ceylan, Halil Çalışkan; Mustafa Acet ve diğer Nur talebelerini Afyon hapishanesine götürmüşlerdi. Bir seneye yakın hapishanede kaldılar. Ağır cezadaki mahkeme günlerinde bizler de gider gelirdik. Afyon mahkemesinden sonra, Üstad tekrar Emirdağ'a dönmüşlerdi.
"Üstadımız hasta ve ihtiyar olduğundan, kıra yaya olarak çıksa, çok zorluk çekiyordu. Ağabeylerim ve diğer talebeleri bir fayton almışlardı. Bir müddet Halil ve Ceylân ile Mustafa Acet sürücülük yapmışlardı.
Hakikatlı bir rüya
"l952 yılında çok acaip bir rüya görmüştüm. Rüyamda Stalin, Üstadın oturduğu evin dış kapısından içeri girmek istiyordu. Ben, Ceylân ve Zübeyir Ağabeyler, üçümüz kapının arkasında, bu herifi içeri sokmamak için uğraşıyorduk. Sonra nasıl olduysa, gücümüz kâfi gelmemişti. Stalin bizi iterek, dış kapıdan içeri girdi. Bu sırad Üstad elinde bir keserle merdivenden aşağıya iniyordu. Biz endişe içindeydik. Stalin'le Üstad aşağı merdiven sahanlığında karşılaşmışlardı. Stalin, yukarıya Üstadın oturduğu mevkiye gitmek istiyor, Üstad onu bırakmıyordu. Tam bu sırada Üstad elindeki keserle Stalin'in kafasına vurmaya başlamıştı. Stalin içeriye giremeden, orada düşüp geberdi. Ben heyecanla rüyadan uyandım.
"Ertesi günü bu rüyayı Zübeyir Ağabeye anlattım. O da Üstada anlatmış, Üstadımız beni çağırtmıştı. Zübeyir Ağabey gelerek, 'Kardaşım, gel, Üstad seni istiyor' dedi. Beraber Üstada gittik. Üstad, 'Gel Mahmud kardaşım, gel, nasıl gördün rüyayı, anlat!' dedi. Ben gördüğüm gibi anlattım. Üstad hayretle 'Fesubhanallah!' dedi. Sonra rüyayı yorumladı: 'Bu, Risale-i Nur'un ve İslâmiyetin komünizme galip gelmesidir. İnşaallah muvaffak olacağız.'
"Üstad, Zübeyir Ağabeye, 'Bu rüyayı kaleme alın. Bütün kardeşlere dağıtın' dedi. Sonra bu rüya lâhika olarak dağıtıldı. Rüyayı gördüğüm gece Stalin beyin kanamasından gebermişti. Ölümünü on-on beş gün kadar gizlemişlerdi. Gazetelerden okuduğum kadarıyla, herifin ölüm günü ile rüyam aynı gün cereyan etmişti.
"O zaman kaleme alıp dağıtılan lâhika şöyleydi.
"Bundan yedi sene evvel, Üstadımız Efendimiz Emirdağ'a teşrif buyurup, ikamete memur olduklarından üç-dört ay sonra, mübarek Üstadımıza hizmet eden Çalışkanlar hanedanına mensup olan kahraman kardaşımız Ceylân, rüyalarında merhum kardaşımız mübarek Hafız Ali'nin Emirdağ'a teşrif ettiklerini görüyor. Ve sevgili Üstadımıza, gördüğü sevgili ve beşaretli rüyalarını anlatıyor. Sevgili Üstadımız tabirlerinde, 'Hüsrev gibi Nurun kahramanlarından birisi gelecek' buyuruyorlar.
"Aynı günde Hafız Mustafa kardaşımız Emirdağ'a Hüsrev ve Hafız Ali'nin bir mümessili olarak, Denizli hapishanesinden beraat eden Risale-i Nur Külliyatını getirerek, hem Ceylân kardaşımızın rüyasının sadıkiyetine, hem mübarek Üstadımızın tabirlerinin tam doğruluğuna imza bastığı gibi, yanında getirmiş olduğu hakikat-ı Kur'âniyenin hakikî tefsir olarak risalelerle hem sevgili Üstadımızı ve hem bütün Risale-i Nur talebelerini mesrur ediyor.
"Yedi sene evvelki bu lâtif rüyaya şimdi tevafuk eden ve Çalışkanlar hanedanına mensup bulunan kahraman Ceylân'ın en küçük amcası Nurun küçük kahramanlarından Mahmud Ceylân'dan yedi yaş küçük olduğuna göre, o zamanki küçük Ceylân'ın yaşına şimdi giren ve bu Nur'un küçük kahramanı Mahmud rüyalarında şu müjdeli hakikatı görüyor ki: Yirmi beş Şubat Salı'yı Çarşamba'ya bağlayan gece, rüyasında Hazret-i Üstadın dış kapısının iç tarafından başlayan merdivan yukarı doğru kurulmuş bir şekilde ve bu merdivenin sağ ve solunda yeşil güzel ağaçlar var. Ve dışarıda da bazı kimseler bulunuyor. Bu ağaçların arasından her nasılsa gür bıyıklı, iri bir adam, elinde keser, merdivenden yukarı doğru gidiyormuş ve 'Bu kimdir?' diye sormuş. O etraftaki adamlar 'Stalin' demişler. Üstadımız tam merdivenlerin ortasına varınca, o kâfir herifin tam arkasından, yani boynundan tutup, aşağı indiriyor. Ve elindeki keseri alıp, kafasına vura vura beynini deliyor. Küçük Mahmud da kendi üstünü başını arıyor ki, birşey bulup Üstada yardım etsin. Etraftakiler Mahmud'a 'Sen müdahale etme, onu Üstad öldürecek, onun vazifesidir' diyorlar. Çarşamba Sabahı Mehmed Çalışkan vasıtasıyla bir rüya Üstadımıza anlatılıyor. On gün sonra işittik ki: Stalin felç olup, beyin kanaması neticesinde geberip gidiyor. Ve radyolar vasıtasıyla herkes işitiyor.
"Rüyanın tabiri şudur:Komünistliğin şahs-ı manevîsini Stalin suretinde görmüş. Risale-i Nur'un Zülfikar ve Asâ-yı Musa'sı Üstad şeklinde görülmüş ki; yarı dünyayı istilâ ettiği halde Anadolu'ya girmemesi için, Asâ-yı Musa ve Zülfikar'la beynini delmiştir. Tabirin bu olduğuna kat'î delili de bu rüyanın aynı hadiseye ve aynı günde tam tevafuk ettiği gibi, otuz yedi sene evvel, Üstadımız Efendimiz
Rus başkumandanının idam kararına karşı 'Bir Müslüman ve ehl-i iman kâfire kıyam etmez ve başını ona eğmez' demesine de manen tevafuk eder.
"Elbaki Hüvelbaki, rüya sahibi Mahmud ve kardaşları: Mehmed, Ahmed, v.s."
"Karakola çağırılıyorum"
"Bizim rüyayı yazan lâhika mektubu çeşitli yerlere gidince emniyetin eline geçmişti. Beni jandarma karakoluna çağırdılar. Gidince, 'Gel bakalım, senin ifadeni alacağız. Sen bir rüya görmüşsün. Anlat bakalım' dediler. Soruyu soran başçavuşa aynen anlattım. Daha sonra beni serbest bıraktılar.
"Üstada hizmetim olduğu yıllarda on dört-on beş yaşlarındaydım. Bu genç dönemimde Üstada hizmet edenlerin en genci sayılırdım. Üstadın evine vardığımda Zübeyir Gündüzalp Ağabeye yardımcı olmaya gayret ederdim. Bazan Üstad beni yanına çağırır, 'Kardaşım Mahmud, senin anneni, babanı ve bütün aileni duama dahil ettim' diye buyururdu. O esnada kendi yediği veya yanında olan yiyeceklerden bana ikram ederdi. Ben de çok memnun olur ve sevinçler içinde yanından ayrılırdım
"Üstadın kır gezileri çok zahmetli oluyordu. Kıra bir vasıtayla gitmek icap ediyordu. Vasıta ise her zaman bulunmuyordu. Bulunsa bile araba Üstadı bırakıp dönüyordu. O zaman Üstad çok zahmetler içinde yaya olarak geri dönüyordu. l955-56 yıllarında bir jim almak için Üstaddan habersiz karar verilmişti. Fakat bu sefer de şoför meselesi ortaya çıktığı için, Zübeyir Gündüzalp Ağabey bana gelerek,
"Kardaşım Mahmud, durum böyle. Ne yapacağız? Arabayı kim sürecek? Üstad çok zahmetler çekiyor' deyince ben de,
"Şoförlüğü ben öğrenirim, arabayı ben kullanırım, Üstadın şoförü de ben olayım' demiştim. Durum Çalışkanlar kardeşler arasında istişare edildi. Ben Eskişehir'e giderek kırk beş gün kursa kıtalarak, ehliyet alıp Üstadın şoförlüğüne başladım.
Taksi alınıyor
"Artık Üstadı istediği zaman her yere götürebiliyorduk. Üstad arabaya kat'iyen parasız binmiyordu. Herhangi bir yere gidip gelince bana elli kuruş veya bir lira verirdi.
"Mahmud, evlâdım, bunu sana benzin parası olarak veriyorum. Esasında sana daha çok vermem lâzım' diyerek beni taltif ederdi.
"Isparta'yla gelir giderdik, Isparta-Emirdağ arası dört-beş saat sürerdi. Bu kadar yolculuğa Üstadın sıhhati müsaade etmediğinden, çok yorulurdu. Yolların bozuk olması ve jipin sarsılması Üstada pek fena tesir ederdi. Nihayet ağabeylerle bir taksiyle değiştirilmesine karar verildi. Jipi sattık, üzerine biraz para da ilâve ederek Ankara'dan bir taksi aldık. Bundan sonra Isparta'ya daha sık gidip gelmeye başlamıştık. Bazan Emirdağ'a gelip, birkaç gün kalıp tekrar dönüyorduk.
"Az kalsın araba devriliyordu"
"Mevsim kıştı, kar yağmıştı. Isparta'daydık. üstad, 'Sabaha hazırlanın, Emirdağ'a gideceğiz' demişti. Ben arabanın bakımını yaptım. Hazır vaziyete gelmiştik. Arabanın arkasına yorgan ve yastık koyarak yatıp oturacak bir hale getirdim. Karlı yollardan zorlukla Dinar ve Sandıklı'ya geçtik. Afyon'a yaklaşırken yokuşlu ve virajlı bir kısma geldik. Araba birden kaydı. Ben direksiyonu sağa-sola kırarken Üstad enseme vurdu:
"Keçeli, keçeli ne yapıyorsun? Bizi çukura mı düşüreceksin?' dedi. Bu arada araba da yola girmişti. Ben Üstada cevaben,
"Üstadım, yol kaygan, tekerler de kayıyor!' dedim.
"Üstad Afyon-Bolvadin'den geçerken, araba tanındığından Üstadın elini öpmek için genç, ihtiyar ve çocuklar arabaya hücum ederlerdi. Üstad çocukları çok severdi.
"Elini öpmek için gelen çocuklara, 'Mâşaallah, mâşaallah' diyerek başlarını okşar, dualar eder, masumlardan dualar isterdi. Kimin çocukları olduklarını sorardı. 'Ben anneni, babanı duama dahil ettim' diyerek onlara iltifat ederdi.
***
"Isparta'daydık, üstadla Eğirdir'e, oradan da Barla'ya geçecektik. Barla yolu çok kötü ve ancak bir-iki hayvan geçecek kadar dardı. Buraya taksinin girmesi imkânsızdı. 'Ne yapacağız?' diye düşünürken, Tahirî Mutlu Ağabey, Ali Demirel'lerin arazili pikabını hatırladı. 'Onlar köylere onunla gidiyorlar, pikaplarını istersek herhalde verirler' dedi. Tahirî Ağabey, Ali Demirel'lere gidip durumu anlatmış onlar da 'Peki, olur' diyerek arazili pikabı vermişlerdi. Bu esnada Kovada elektrik santralı inşaatı vardı.
"Isparta emniyet jipi bize yetişemezdi"
"Emniyet Üstadı çok sıkı bir biçimde takip ediyordu. Üstadı devamlı gezdirdiğimden, gelip benden soruyorlardı.
"Hocayı nereye götürüyorsun?'
"Kırlara hava almaya götürüyorum' derdim. Bu cevaptan tatmin olmazlar ve tekrar kendi şoförlerini gönderir, sordururlardı. 'Ne olur, gittiği yerleri söyleyin, bizim yukarıya rapor etmemiz lâzım. Onun için muhakkak öğrenmemiz gereklidir' diye tenbih ederek, bana tekrar tekrar gönderirlerdi. Jipleri devamlı Üstadın evinin önünde dolaşırdı. Biz hareket ettiğimizde peşimize takılırlardı. Biz hızlı olarak arayı açınca, onlar da artık takipten vazgeçer ve geri dönerlerdi.
"Üstad Isparta'dan Barla'ya gelirken Eğridir'de talebesi Çilingir Ali'nin göle nâzır yüksekteki evinde bir gün kalır, bazan da aynı gün evin üst katında biraz kalıp Barla'ya dönerdi. Bir gün Barla'nın Çam Dağına Üstadla beraber çıkmıştık. Çok dik, uzak ve yıpratıcı olan bu yolda biz yorulurken, Üstad arayı açar, bizden önce ve önde giderdi. Bir gün Çam Dağına vardığımızda pınardan abdest alıp, katran ağacının altında namaza durmuştuk. Namazdan sonra da yemek yemiştik, Üstad yemeği mutlaka risale okuyup ders yapıldıktan sonra verirdi. Kura çıkan ağabeyimizden başlamak üzere herkes sırayla kendi payına düşen yiyeceği alır ve yerdik.
"Ceylân ağabeyim çok zekiydi"
"Ceylân Ağabeyim hem zeki, hem de şakacıydı,. Üstad onun hareketlerini ve lâtifelerini hoş karşılardı. Onu hem çok sever, hem de onunla lâtife yapardı.
"Bir sabah namazdan sonra bizi derse çağırdı. Dersler birkaç sayfa okunmak suretiyle sırayla yapılırdı. Dersten sonra Üstad yiyecek verirdi. Fakat bu yuyecekleri kat'iyen rastgele vermezdi. Herkes bir numara söyler, sonra bu rakamlar toplanır ve mevcutlar üzerinde daire şeklinde sayılırdı. Toplam sayı kimde kalırsa, taksim olan yemekten istediğini seçer payını alırdı.
"Ceylân Ağabeyim her defasında rakımı en son sırayı seçerek söylerdi. Bu hesabı öylesine çabuk ve doğru yapardı ki., hep kendisinden başlatacak rakamı söyler, yiyeceği de ilk defa kendisine isabet ettirirdi. Yine böyle yapmak için yerini değiştirince Üstad, 'Keçeli keçeli, kalk, yerine geç otur, sen hep hile yapıyorsun' derdi. Ceylân ağabeyim ise 'Üstadım, hile yapmıyorum, buraya oturmakla sırayı kendime çıkarıyorum' diyerek lâtife yaptı.
"Uykuya çalışıyorlar"
"Bir gün sabah namazından sonra, Zübeyir Ağabeyle Tahirî Ağabey hem çok yorgun, hem de uykusuz oldukları için odalarına çekilmiş, uyuyorlardı.
"Birden bizim odadaki Üstadın zili çaldı. Diğer ağabeyler uykuda oldukları için, Ceylân Ağabey hemen Üstada koştu. Üstad ağabeyleri sorduğu zaman, Ceylân Ağabey 'Çalışıyorlar' demişti. az sonra Üstad yine zili çalarak çağırdı. Ceylân Ağabey tekrar gittiğinde Üstad, 'Keçeli, sizi çağırmadım mı?' diye sorunca, Ceylân 'Üstadım arkadaşlar çalışıyorlar, meşguller' dedi. Üstad ise, 'Fesübhanallah, neye çalışıyorlar?' diye merakla sordu. Ceylân Ağabey ise, lâtifeli olarak şunu söyledi:
"Üstadım arkadaşlar uykuya çalışıyorlar!"
"Üstad bu lâtifeye güldü. 'Çabuk onları çağır gel, ders yapacağız' demişti. Bunun üzerine Ceylân Ağabey diğer ağabeyleri de çağırdı ve ders yapıldı."