Son Şahitler | Emirdağ Şâhitleri(II) | 46
(1-75)

MUSA YUKARI

 

"Üstadı arıyoruz"

"Ben Musa Yukarı. Aslen Denizli ili, Tavas ilçesi, Ovacık köyündenim. Şimdi İzmir-Torbalı-Ayrancılar'da oturuyorum. 1957 senesi Mayıs ayında, ben, köyden Salim Acar ve komşu Çakırbeyli köyünden Veli Başarır, Üstadımızı ziyaret için trenle Isparta'ya gittik. Fakat evine vardığımızda Üstadımızın Eğirdir'e gittiğini öğrendik. Biz de Eğirdir'e gittik. Fakat maalesef orada da bulamadık. Orada bulunan kardeşimiz Çilingir Ali Ağabey, 'Buradan gitti. Nereye gittiğini de bilmiyoruz' dedi.

"O gece, otelvari bir handa kaldık. Handa takriben 50 kişi vardı. Beraber büyük bir salonda oturduk, konuştuk. Sohbet esnasında bize, 'Nerelisiniz?' diye soruldu. Biz, 'İzmirliyiz' dedik. 'Niçin burada bulunuyorsunuz?' dediler. Biz, 'Isparta'ya Bediüzzaman'ı ziyarete geldik. Burada olduğunu söylendi. Fakat burada da bulamadık. Nihayet bu gece handa yatıp yarın İzmir'e döneceğiz' dedik. O zaman handa bulunan müşterilerden tahminen 30 yaşlarından birisi, 'Bediüzzaman mı?' dedi. 'Evet' dedik. 'Bakın,' dedi. 'Bediüzzaman ile geçen bir hatıramı anlatayım' dedi ve bütün handaki yolcularla beraber dinlemeye başladık.

 

"Bir kamyon şoförünün itirafı"

"Ben bir kamyon şoförüyüm. Birgün yanıma tanımadığım üç kişi geldi. Bana, 'Memleketimizde Bediüzzaman diye fevkalade zararlı bir alim var. Taksiyle dolaşıyor. Sana 50 bin lira verelim, yed-i emine parayı teslim edelim. Sen kamyonun ile buna çarp, kaza süsü ver ve öldür. Bu paraya yed-i eminden al' dediler. Ben kabul ettim. Nihayet taksinin rengini ve plaka numarasını verdiler. Bana yardımıcı olacaklarını söylediler.

"Nihayet yola çıktım. Taksinin karşımdan geleceğini söylediler. Gözüm taksinin renginde. Renk uyarsa, direksiyonun önüne koyduğum plaka numarasına bakıyorum. Bir baktım, aynı renkte bir taksi uzaktan göründü. Yaklaştıkça plaka numarasına bakıyorum. Tam o anda taksi sağa yanaşıp durdu. İçinden bir genç indi. Sola geçti, yani benim önüme. El kaldırdı. Ben de durdum. 'Ne o?' dedim. 'Seni Hoca Efendi çağırıyor' dedi. İndim, taksinin yanına o genç ile beraber vardım. Hoca Efendi, taksinin camından başını çıkarıp bana dedi ki: 'Oğlum, ben memlekete zararlı bir Hoca değilim. Sana yanlış bilgi verdiler. Bu teşebbüsünden vazgeç.' O anda Hocaya o kadar ısındım ki anlatamam, tarif edemem. Bana para teklif eden o üç kişi orada olsa idi tereddütsüz üçünü de arabamla ezerdim. Ben bunu başka birinden duymadım, kendim yaşadım; ister inanın, ister inanmayın.'

"Ben, o arkadaşın adresini almadığım için hâlâ üzgünüm ve pişmanım. Bu hadiseyi bütün o handa olan insanlar bizim ile beraber dinlediler.

"Biz o gece, orada yatıp sabahleyin tren ile İzmir'e hareket ettik. Sağ selamet köyümüze geldik.

 

"Soluğu karakolda aldık"

"Sene 1960. Ocak ayındayız. Üstadımızın Ankara'ya geleceğini işittik. Köyden Kadir İnci arkadışım beraber Ankara'ya gittik. Orada bazı kardeşleri bulduk. Onlarla beraber bir yere vardık. Vardığımız yerin altı Murat Lokantası idi. Üstüne çıktık. Geniş bir yerde yüze yakın arkadaş toplanmıştı. Şimdi çoğu rahmetli oldular. Bildiklerimden Selâhattin Çelebi, Ceylan Çalışkan, Ahmet Feyzi Ağabeyler orada idiler. Üstadımızı, Ankara'ya, İçişleri Bakanının sokmadığını, Emirdağ'da ikamete mecbur ettiklerini duyduk. Kadir İnci ile beraber Emirdağ'a gitmeye karar verdik.

"Emirdağ'a vardık, öğle namazı bir camiye girdik. Namazdan sonra ben, sakallı bir amcaya yanaşıp sordum:

"Amca, bu camide Nurculardan kimse var mı?'

"Oğlum, biz hepimiz Nurcuyuz. Ne istiyorsun?'

"Biz İzmir'den geliyoruz. Bediüzzaman Hocayı ziyaret edeceğiz, evini bilmiyoruz, onu soracaktık' dedim.

"Cami cemaatinden on yaşlarında bir çocuk çağırdı. 'Bu misafirlere Bediüzzaman Hocanın evini gösteriver' dedi.

"Çocuk önümüze düştü, biz arkasından gittik, 'İşte şu ev!' dedi, çocuk geri döndü. Kapıyı çaldık. Biraz bekledik. Bu sırada birisi benim omuzuma vurdu. 'Yürü karakola, ben sivil polisim' dedi. Ve ikimizi karakola getirdi. Öğle zamanı olduğu için karakolda bir tane resmi elbiseli nöbetçi vardı. Ona, 'Bunları Hocanın evinin önünden getirdim' dedi.

"Polis bize sordu: 'Buraya niçin geldiniz?'

"Bediüzzaman Hocayı ziyarete geldik' dedik.

"Nerelisiniz?' dedi.

"İzmirliyiz' dedik.

"Bize, 'İzmir'den avanak adam çıkmaz, İzmirliler uyanık olur. Siz nasıl avanak çıktınız? Ben de İzmirliyim. İzmir'den buraya kadar hiç alim yok mu ziyaret edilecek?' dedi.

"Ben de, 'Orası takdir meselesidir' dedim.

"Bize, 'Oturun, Komiser yemekten gelince ifadenizi alır' dedi.

"Neticede 'Komiser geldi' dediler. Bizi öbür odaya çağırdılar. Komiser ifademizi aldı. Bazen sert, bazen yumuşak sorular sordu. Biz lâzım gelen cevabı verdik. Bizi serbest bıraktı. 'Derhal Emirdağ'ı terk edin. Bir daha Hocanın oraya giderseniz, sizi hapsettiririm' dedi.

"Biz, ilk geldiğimiz odaya döndük. Durumu onlara anlattık. Gitmek için izin istedik. Bizi karakola getiren polis dedi ki: 'Biz, sizi sevdik. Herşeyi dobra dobra söylediniz, gelin bakayım.' Bizi Ceylan Ağabeyin babası Mehmed Ağabeyin dükkânına götürdü. 'Bunlar sizden' deyip yanına bıraktı, kendi gitti.

 

"Üstadı ziyaretimiz"

"Mehmed Ağabey bize, 'Üstadımızın evini biliyor musunuz?' dedi.

"Evet' dedik.

"Onun evinin bitişiğinde bir bakırcı dükkânı var, o kardeşlerdendir. Onun dükkânına gidin, size yardımcı olur' dedi.

"Biz oraya gittik, dükkânı bulduk, müşteri gibi dükkânına oturduk. Durumu anlattık.

"İzmir'den gelmişsiniz, karakolda ifadeniz alınmış, biz bu gece derste duyduk. Hatta Zübeyir Ağabey, bu gece sizi karakol ve otellerde aradı. Siz onlar mısınız?' dedi.

"Biz, 'Evet' dedik. Bize yer gösterdi. Elinden gelen yardımı yapacağına dair söz verdi.

"Biz tevekkülvari dükkânında otururken dışarıda elinde su kabı olan bir kardeşi, 'Osman!' diye çağırdı. İçeri gelince ona, 'Bu arkadaşlar, İzmir'den gelmişler. Hoca Efendiyi görmek istiyorlar. Durum nasıl?' dedi.

"Osman, 'Üstadımız şu anda uyuyor, Zübeyir Ağabey ise bir yere kadar gitti. Zübeyir Ağabey gelsin ona söylerim. Üstadımız uyanınca Zübeyir Ağabey de ona söyler. Üstadımız kabul ederse, ben gelir, kardeşleri çağırırım. Bizim elimizde birşey yok, Üstadımız ne derse biz onu yaparız' dedi ve gitti.

"Osman, tahminen bir saat sonra geldi, 'Zübeyir Ağabey geldi, ona söyledim, Üstadımız uyandı, o da Üstadımıza söyledi. Üstadımız sizi bekliyor' dedi.

"O anda sevincimizden sanki uçuyorduk. İçeri girdik. Üstadımız biraz rahatsız yatıyordu. Bize elini uzattı. Elini ikimiz sırayla öptük. Bize 'Nerelisiniz?' diye sordu.

"Ben, 'Denizli Tavaslıyım' dedim. Kadir İnci de, 'Konya Ermenekliyim' dedi. 'Fakat şimdi ikimiz de İzmir Torbalı, Ayrancılar köyünde oturuyoruz' dedik. Bana, 'Seni Zübeyir'in yerine kabul ediyorum' dedi. Kadir'e de, 'Seni Sungur'un yerine kabul ediyorum' dedi ve buyurdu ki:

"Küfrün beli kırılmıştır, bir daha doğrultamaz. İzmir'deki kardeşlere selam söyle, para masraf edip gelmesinler. Risale-i Nur'ları okusunlar. Oğlum Zübeyir, bunlar beni görmek için buraya gelmişler. Bunların yol paralarını ver.'

"Biz, 'Parayı almayız, başka yere gelmiştik, buraya uğradık' dedik.

"Tekrar elini uzattı, 'Üstadınız müsaade veriyor' dedi.

"Tekrar elini uzattı. İkinci defa elini öptük.

"Üstadımız, Zübeyir Ağabeye, 'Bunları otobüse bindir, öyle gel' dedi. Zübeyir Ağabey bizimle beraber dışarı çıktı. Yolda bir dakika bile beklemedik, hemen İzmir tarafına giden bir otobüs geldi. Binip hareket ettik. Halbuki İzmir'e otobüs her zaman bulunmuyordu. Üstadımızın manen otobüsü görüp bizi gönderdiği, âşikâre belli oldu.

"Eğer biz, biraz oyalansaydık, hemen o gün araba bulamayacaktık, hem de yanımızda Zübeyir Ağabey olmasaydı, büyük bir ihtimalle başka polisler tarafından karakola götürülecektik."

Ses Yok