ABDURRAHİM KAYA
(Emekli Müftü)
"1932'de Siirt Pervari'de doğdum. Dedem Ali Molla Şerifoğlu, Osmanlılar zamanında Siirt müftüsüymüş. 8 yaşındayken Kur'ân-ı Kerimi hatmettim. 15 sene sarfnahiv, mantık, fıkıh, tefsir, hadis ilimleri tahsili yaptıktan sonra 1955'te Van'ın Boyaroğlu Camii imam-hatibi oldum.
"İmamlıktan önce Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Şemme, Habbe gibi Arapça mecmualarına ara sıra baktığımdan kendisine muhabbetim vardı. Fakat iyi tanımıyordum. Yalnız büyük bir âlim olduğu anlaşılıyordu. İmam olduktan sonra uzun bir müddet akşam namazı ile yatsı namazları arasında her gece camide ders yapıyordum. Yatsıdan sonra da başka yerlerde devam ederdim. Bu arada arkadaşlar ile bir gece mehdilik konusunda bazı konuşmalar oldu, doğrusu o zamana kadar da fikrimde zayıflık vardı.
"Peygamberimiz, 'Bediüzzaman'a git dedi"
"O gece yatarken rüyada çok susuzluk çekiyordum. Durmadan su arıyordum. Büyük nehirler ve havuzlara rastlıyordum. Fakat o kadar bulanık çamurdu ki bir türlü içemiyordum. (Bizim meyve ve üzüm bağlarında üç duvarlı, tek gözden ibaret odalar vardır, bunlara 'koh' deriz). Neticede bir kohun içine girdim. Baktım, bir testi su, duvara dayanmış, ağzı yeşil otla kaplanmıştı. Çok sevindim, Allahu âlem, bu su güzel sudur diye kalbimden geçti, oturdum ve ağzını açtım. Hayatımda böyle su hiç görmedim. Suyun sesi kulağımdan hiç gitmiyor. Uyandığımda kendi kendime 'Fesübhanallah' diye düşündüm. Bu su diğer sulardan nasıl farklıysa Risale-i Nur da diğer kitaplardan öyle farklıdır ve bu zamanda, ekmek ve su kadar onlara ihtiyaç olduğunu anladım.
"Bu rüyadan sonra Risalelere dört elle sarıldım. Muhabbetim ondan yüze çıktı, var kuvvetimle okumaya başladım. Risale-i Nurlar hakkında şüphem kalmadı. Benim bu halet-i ruhiyem devam ederken bir gece rüyamda Hz. Peygamberi (a.s.m.) gördüm. O mübarek beldenin ortasında bir tepe vardı, aşağıya doğru yaya bir yol gidiyordu. Ben de bu yoldan aşağıya doğru gittim. Yolun kenarları yeşillikti. Tepenin dibinden üç yol ayrılıyordu. Yolun kenarında tek katlı, iki odalı bir ev vardı. Her odada büyük bir pencere vardı, 'Bu, Peygamberimizin (a.s.m.) evidir' deniliyordu. Kendisinin de evde olduğunu biliyordum, tahminen elli altmış metre uzaklıkta duruyordum. Yalnızdım, utanıyordum, ziyaretine gidemiyorum. İki kişi geldi, pencerenin kenarına durdu, içeride sakallı ve sarıklı birisini odanın köşesinden aşağı-yukarı geçtiğini gördüm. Fakat Peygamberimiz mi, değil mi? Fark edemedim.
"İçeri giren iki kişiyle musafaha ettiler. Ben heyecandan titriyordum. Daha sonra onlar çıktı. Peygamberimiz de beni gördü. 'Buyurun gidelim' dedi, çıktı. Tepeye doğru yol almaya başlamıştık, biraz gittikten sonra oturdu, konuşmaya başladı. Tahminime göre bir saat kadar sürdü, ben hiçbir şey anlayamadım, kendi kendime, 'Fesübhanallah' dedim, son kelimesi olan şu ibareyi hatırlıyordum: 'Bediüzzaman'a git, sana nasihat etsin.'
"Bu rüyadan sonra Bediüzzaman'ın dünyanın en büyük alimi ve asrın müceddidi olduğuna kat'i inandım. O andan itibaren onu nasıl ziyaret edeceğimi düşünmeye başladım. 3-4 ay geçmişti ki, müftülük imtihanı açıldı. İmtihanlar Ankara'da oluyordu. Bir arkadaşla gittik. Diyanet İşleri Başkanı Eyüp Sabri Hayırlıoğlu, 'Şimdiye kadar her ay imtihan giriş muamelemezi yaptırdı ve vardı, fakat şimdi altı ay sonra var' dedi. Başkan bizim imtihana giriş muamelemizi yaptırdı ve 'Altı ay sonra imtihana gireceksiniz' dedi.
"Buraya kadar gelmişken boş gitmeyelim, Üstadı ziyaret edelim' dedim. O da can ü gönülden kabul etti, araştırdık, 'Bediüzzaman bir hafta önce Eskişehir'e gitti dediler. Eskişehir'e gittik. 'Burada bir gece kaldı ve Emirdağ'a gitti' dediler. Emirdağ'a gittik, orada kaldığı odayı gösterdiler, 'Burada iki gece kaldı Afyon'a gitti' dediler. Biz de çaresiz yine Afyon'un yolunu tuttuk. Afyon'a akşam namazının çıkmasına beş dakika kala geldik. Hemen namazlarımızı eda ettik. Bir otele yerleşmek üzere adımızı yazdırdık. 'Üstadı tanıyor musunuz?' dedik. Adam heyecanlandı ve 'Bir hafta önce geldi, bu odada kaldı, Burdur'a veya Isparta'ya gitti' dedi. Bize de Üstadın kaldığı odayı tahsis etti. Sabah namazından sonra trenle Isparta'ya gittik, yolda oynayan çocuklara oynuyordu, onlara sorduk. 'Biz bilmiyoruz' dediler. Başka bir hanım kapıdan başını çıkardı, bize kimi aradığımızı sordu. Ben, 'Meşhur Molla Said namında derin bir âlim' dedim. 'Öyle kimse yok' dedi. Biraz sonra, 'Ağabey, siz Bediüzzaman Hazretlerini kast etmiyor musunuz?' dedi. 'Onu yedi yaşından yetmiş yaşına kadar herkes tanır' dedi ve Üstadın evini bize tarif etti. Biz de evi bulduk ve zile bastık. Kapıyı Bayram Yüksel Ağabey açtı. bize, kapıya yapıştırılmış olan Üstadın fermanını okudu. 'Bugünlerde zındıklar bizi takip ediyor' dedi. Üstadın söylediği şu sözü bize söyledi: 'Risale-i Nurun talebeleri dünyanın hemen hemen her köşesinde bulunmaktadır. Uzakta bulunanlar yakında bulunanlar arasında hiç bir fark yoktur. Arzu ederdim, fakat çok hastayım. Beni ziyaret etmek isteyen Risale-i Nur okusun. Herbir risale bir Said hükmündedir.'
"Ben, 'Beni Fahr-i Kainat Efendimiz (a.s.m.) gönderdi, biz Van'dan geliyoruz, sen lütfen durumu Üstada intikal ettir' dedim.
"Bunun üzerine ismimizi aldı ve 'Caminin kapısında bekleyin, on beş dakika sonra gelin' dedi. Biz on beş dakika sonra geldik. Bayram Ağabey, 'On dakika sonra gelin, biz sizi çağıracağız' dedi.
"Üstadın kabul ettiğini öğrendik. Şapkalarımızı çıkardık, sarıklarımızı sardık. Bize 10-15 dakikadan fazla müsaade etmediğini söylediler. İçeriye girdik. Somyadan yatağın içinde yastığa dayanmış olarak oturuyordu. Başında beyaz ile yeşil karışığı, büyük bir sarık vardı. Sakalı yoktu. Üstadın yüzüne bakamıyorduk. Ara sıra gözümü kaldırarak bakmaya çalışıyorduk. Üstad yavaş konuşuyor, Zübeyir Ağabey bize tercüme ediyordu. Bu durum yarım saat kadar devam etti. Daha sonra Zübeyir Ağabeyi yanımıza geldi, bize ne yaptığımızı sordu, imam olduğumuzu söyledik. Namazın zaten farz olduğunu, kıldırırken maaşı düşünmememizi söyledi ve 'Böyle yaparsanız ihlâsınız kırılmaz' dedi. Okuma yazma bilip bilmediğimizi sordu. Bildiğimizi söyleyince, 'Büyük Sözler'i çıkarken alın' dedi.
"Üstad, somyasının yanında, duvarda asılı duran zarftan fotoğraflar çıkardı ve Zübeyir Ağabeye verdi. 'Arkadaşlarına ver, baksınlar' dedi. Baktık. 'Bize, bunlar Avrupadaki Risale-i Nur talebeleri' dedi. Üstad bana nereli olduğumu ve kimleri tanıdığımı sordu. 'Paranız var mı, yoksa vereceğim' buyurdu.Biz, 'Var' dedik, bize, 'Isparta'da kalmayın, istasyona gidin, ikindi namazını kılın, tren gelir, siz de gidersiniz, selamımı tebliğ edersiniz, bu yanımda olan talebelerim gibi sizi de kabul ediyorum. Siz de beni daima duanıza katın' dedi. Ben Üstadın elini öpmek istiyordum, giderken elini öpmeye çalıştım, ama öptürmedi, ellerini kaldırdı, beni elleriyle sardı ve alnımdan öptü, arkadaşıma da aynısını yaptı. İstemeye istemeye ayrıldık. Zübeyir Ağabey bizimle kapıya kadar keldi, bize, 'Dinsizler sizi aldatmasın' dedi.
"Ben daha sonra Hakkari'nin Beytüşşebap ilçesine tayin edildim. 1960'da Üstadın vefat edeceğine yakın bir zamanda bir rüya gördüm. Biri yüksek sesle, 'Bediüzzaman vefat etti' dedi. Daha sonra Üstadın vefat haberi geldi.
"Daha sonra muhtelif yerlerde görev yaptım ve emekliye ayrıldım. 1982'den bu yana da mücavir olarak Medine-i Münevverede bulunmaktayım."