DR. RASİM HANCIOĞLU
"Üstad Said Nursi Hazretlerini, Afyon'da ikamet ettiği müddette bir türlü ziyaret etmek mümkün olmadı. Bilhassa o devirdeki polis kordonu ve polis takipleri birçok kimseye olduğu gibi, bizlere de bir ümit kırıklığı ve cesaretsizlik vermişti.
"Bu sırada biz toplantılarımızda Mevlâna Hazretlerinin Mesnevi'sini okuyorduk. Mesnevi'nin bir yerinde Hazret-i Mevlâna der ki: 'Bir yere gittiğinizde, bir vilayet gezdiğinizde veya bir beldeyi ziyaret ettiğinizde, oranın camiini, mektebini, dağını, ovasını, ormanını gezmekle ve oralardan geçmekle, o beldeyi görmüş olmazsınız. O beldede yaşayan Allah'ın sevgili kullarından birisi vardır. Eğer onu ziyaret etmişseniz, mutlaka o beldeyi ziyaret etmiş olursunuz.' Bu bahis geçti, bunun üzerine biz düşünmeye başladık. 'Yahu' dedik, 'Bizim memleketimizin etrafında böyle bir zat dolaşıyor. Fakat ne yazık ki, biz bu büyüğü ziyaret etme imkanından mahrum yaşıyoruz. Yarın rûz-i mahşerde bize bir sual tevcih olur da, 'Bir büyük zat etrafınızda dolaştı, durdu da siz gidip ziyaretinde bulunmadınız, bunun cezasını çekersiniz derlerse biz bundan nasıl kurtuluruz diye arkadaşlarla bu meseleyi konuşup düşündük. Sonra aradan bir hayli zaman geçti.
"Yine Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Afyon'a gelmiş, Ankara Otelinde kalıyordu. Ankara Otelinin sahibi de benim dostumdu. Kendisine Emin Çavuş derlerdi.
"Mesnevi okuduğumuz arkadaşlardan birisiyle giderken, 'Üstad Ankara Otelinde, sana selamı var' demişti. Ben de, 'Üstad beni tanımıyor' dedim. 'Seni ismen söyledi ve selâmını söyledi' dedi.
"Ve aleyküm selâm, sen de kendilerine benim selâm ve hürmetlerimi söyle' demiştim. Bu durumdan sonra, benim içime bir kurt ve bir sıkıntı düştü. Herşeyi göze alarak, otele gitmeye karar verdim. Etrafta polisler vardı, çok da kalabalıktı. Görmek ve ziyaret etmek de mümkün değildi. 'Ama bir teşebbüs edelim' dedim. Arkadaşlarla kolkola girerek yürüdük. Ankara Otelinin önüne geldik. Baktık, kimsecikler yok, 'Eyvah gitmiştir' dedik. Altı numaralı oda da kaldığını biliyorduk. Oraya kadar çıkalım, hiç olmazsa odayı ziyaret edelim, o da ziyaret yerine geçer. Hiç olmazsa, 'Biz geldik, sizi bulamadık' diye, kendimizi kurtarmak için mazeret buluruz' diyerek. Yukarıya çıkarak altı numaralı odayı açtık. Bir de ne görelim. Hazret-i Üstad yalnız başına yatağın üzerine uzanmış duruyordu. Hemen kalktı, şöyle bize bir baktı. Selam verdik. 'Ve aleyküm selâm' diye selamımızı aldı. Huzuruna yaklaştık. Arkadaşım beni takdim etti, 'Efendim, işte Dr. Rasim Hancıoğlu bu zattır' dedi. Ellerini öptük, bizi kucakladı ve dualar etti.
"Hoş gelmişsiniz kardaşım' dedi. Musafaha da yaptıktan sonra, bana, 'Sen Hastalar Risalesi'ni okudun mu?' diye sordu. 'Küçük eserlerinizi okudum, ama Hastalar Risalesi'ni okuyamadım' dedim. 'Öyleyse onu sana temin etsinler. Onu da oku. Mademki doktorsunuz, size faydası olur' dedi. Bize hastalık ve doltorlukla alakalı nasihatlar edip dersler verdikten sonra, 'Sizi kardeşliğe kabul ettim' dedi. Eserleri okumayla da alakalı olarak konuştuktan sonra, müsaade isteyip ayrıldık.
"O sırada, Üstadın yanına Zübeyir Gündüzalp gelmiş, hizmet ediyordu. Bizi hayretle karşıladı. Bize, 'Siz nasıl girdiniz? Kimse giremiyor' dedi. Biz de, 'Bizi çağıran çağırdı, biz de bu davete icabet ettik' dedik.
.......................
"Daha önceleri Üstad Hazretlerine Afyon Hapishanesindeyken ağabeyim Ahmed çok hizmetler etmişti. Üstad Hazretleri, Ağabeyimin bu hizmetlerinden dolayı çok memnun olmuştu. Ağabeyime 'Kahraman Ahmed' diye iltifat ederdi."