Son Şahitler | Emirdağ Şâhitleri(II) | 47
(1-75)

ALİ ÇAKMAK

 

1925'te Kütahya-Tavşanlı'da doğdu. Dede tarafnadan Bursalıdır. Nur hizmetinin Bursa'da yerleşmesinde ve gelişmesinde üstün gayretleri olmuştur.

 

Ulu Osmanlı Devletinin nurcuları Osman ve Orhan Gazilerin beldesi olan Yeşil Bursa, Şehid Murad'a mezar olmuştu. Süleyman Çelebi ile Bursada yücelmişti.

Ali Çakmak himmet ve hamiyet sahibi bir insandır. Osmanlının kuruluş devri payitahının temsilcisi olarak, zamanın sahibi Bediüzzaman ile mülaki olmuştur. Bursa'da evinde, muhtelif zamanlarda, yirmi beş yıl önceki bu aziz zamanları bize terennüm etti.

Eskiden beri Türkiye'deki İslâmi hizmetleri yakından takip edip alakadar olan Ali Çakmak, otuz yıl evvelinin 'Büyük Doğu' hareketiyle de alakadar olmuş, memleketi Tavşanlı'da ilk Büyük Doğu Cemiyetinin şubesini açmıştı. Bu himmet ve gayret, nihayet kendisini Nur'lara talebe etmişti.

Nur'ların müellifini bir defa Emirdağ'da, iki defa da Eskişehir'de ziyaret etmişti. Eskişehir'de Abdülvahid Tabakçı ve Şükrü Yürüten'in evinde üstadı görüp,  ellerini öpmüştü. Bu mülakatlarını şöyle anlatıyordu:

 

"Risale-i Nur ile karşılaşmam"

"Risale-i Nur ile ilk karşılaşmam şöyle olmuştu: 1948 senesinde Tavşanlı'da komşumuz emekli öğretmen Hacı Mustafa, Hatt-ı Kur'an ile matbu, kapakları kopmuş bir kitap vererek, 'Bunu oku' dedi. Okudum, Tekrar tekrar okudum. Elimden bırakamıyor, çok feyz alıyordum. Kitabı iade etmek için Hacı Mustafa'ya götürdüğümde, 'Kitap senin olsun' diye bana verdi. O anda heyecanla kitabı elimle bağrıma bastım. Daha ismini öğrenmeden kitabın meclubu olmuştum. Elimden bırakamadığım bu kitabın sonradan Risale-i Nur külliyatından Ayetü'l-Kübra risalesi olduğunu öğrendim. Kısa zamanda Eskişehir'de saatçı Şükrü Yürüten'den bazı risaleleri temin ederek 1952 senesinde Bursa'ya hicret ettim.

"Daha evvel 'Büyük Doğu' ve 'Milliyetçiler Derneği' vasıtasıyla bir çevrem vardı. Bunlar arasında Risaleleri okumaya çalıştım. Fakat kitaplar teksir ve daktilo ile çoğaltılmış olduğu için kabullenmek çok zor oluyordu. Bu faaliyetimizi haber alan İstanbul'dan  Mehmed Fırıncı Ağabey geldi. Tanıştık, bize büyük kuvvet verdi. Sonra birgün Orhan Camiin kapısı önünde elinde bavul ile Muzaffer Aslan Ağabeyi tanıdım. Hemen dükkanıma götürdüm. Nur camisasıyla böylece tanışmış olduk.

"Bazı semtlerde sohbetler devam ederken nihayet matbu risaleler gelmeye başlayınca, Bursa'dan hizmetler gelişti. Bu arada takipler ve tazyikler de başladı.

 

"Üstadı ilk ziyaretim"

"Bir gece Üstad Hazretlerini rüyamda gördüm. Sohbet ettiğimiz evimde imiş. Beni kucakladı ve çıktı. O sırada kalbimde tatlı bir acı hissediyordum. Bırakmasının istemiyordum. Heyecanla uyanmıştım. Hâlâ ne zaman o rüyayı hatırlasam o tatlı acıyı kalbimde hissederim. İşte bu rüyadan sonra Üstad Hazretlerini ziyaret etmek iştiyakı doğdu. Bu iştiyak içinde günler geçerken,  1958 senesi Haziran ayında Ankara'dan gelirken otobüs Eskişehir'e uğradığında ani bir kararla yolumu değiştirerek Emirdağ'a gittim. O günlerde  şiddetli bir terör havası estiriliyordu. Kimin yanına varsam benden kaçıyorlardı. Kimse yanıma yaklaşımıyordu. Niçin geldiğimi herhalde tahmin ediyorlardı. Nihayet birisinin önüne dikildim. 'Mehmet Çalışkan'ın dükkanı nerede?' dedim. Eli ile bir çarşıyı göstererek, 'Şurada' dedi ve uzaklaştı. Gittim, baktım. Mehmet Çalışkan'ın dükkanı kapalı. Komşuları, 'Arka çarşıda Hacı Osman var' dediler. Gittim. İhsan Çalışkan'la karşılaştım. Bursa'dan geldiğimi, Üstad Hazretlerini ziyaret etmek istediğimi söyledim. İhsan Çalışkan, Üstad Hazretlerini rahatsız olduğunu, ziyaretçi kabul etmediğini, fakat anahtarın imam Mustafa Acet'te bulunduğunu, onu görmemi söyledi. Mustafa Acet'i bularak iştiyak ve arzumu arzettim. Mustafa Acet, 'Kardeşim, Üstadımız rahatsız, kimseyi kabul edemiyor. Hatta Diyarbakır ve Halep'ten gelenler var. Otelde bekliyorlar. Fakat yine de ben Üstad Hazretlerine söyleyeceğim. Sen Hacı Osman'ın dükkanında bekle' dedi.

 

"Bursa ehl-i tahkikin merkezi"

"Bakkal dükkanı olduğu için her içeri girenin, bana geldiğini sanarak heyecanlanıyordum. Belki ömrümün en heyecanlı dakikalarını yaşıyordum. Zaman durdu. Saniyeler saat oldu. Nihayet sonradan isminin Ahmet Urfalı olduğunu öğrendiğim birisi içeri girdi. Yüzüme baktı. Ve 'Bursa'dan gelen sen misin?' dedi. 'Evet' dedim. 'Üstad Hazretleri sizi bekliyor' dedi.

"Son derece heyecanla onu takip ettim. Eski ahşap bir eve girdik. Bir çift takunyadan başka eşya namına birşey yoktu. Merdivenlerden çıktık. Sofada sadece bir leğen ve ibrik. Şerefli huzuruna girdik. Somya üzerinde, yatağında hafif doğruldular. Başında çağla rengi bir sarık, saçları beyaz ve kulaklarının ön ve arkasından omuzuna kadar uzamış. Hafif düzgün biryüz. Hemen elini öptüm. Parmakları ince ve uzun. Oturmamı söyledi. Sesi gayet hafif çıkıyordu. Tam anlayamıyordum. Yanında bulunan Mustafa Acet'e vasıta olmasını söyledi. 'Kardaşım, sadıkane hizmet etmiş arkadaşlarımı kabul edemiyorum. Seni kabul ettim.25 sene hizmet etmiş gibi kabul ediyorum' diye iltifat ettiler. İsmimi ve anne-babamın sağ olup olmadıklarını sordular. 'Nerelisin?' dedi. 'Tavşanlı'da doğdum. Bursa'da oturuyorum' deyince. 'Konya ehl-i tetkikin, Bursa ise ehl-i tahkikin merkezi idi. Bursa kadınları bid'alardan mahfuz kalmıştır' buyurdular.

"Bu ziyaretimden sonra hem Üstad Hazretlerinin dua ve himmetleri, hem Ceylan, Fırıncı, Birinci gibi kahraman kardeşlerin bizleri yalnız bırakmamaları neticesi Bursa'da hizmetlerimiz inkişaf etti. Hele bir hafta Bursa'ya iş münasebetiyle gelen, Üstad Hazretlerinin hizmetkarlarından Ahmed Urfalı, Üstadımızın selam ve dualarını getirir, bizi hizmete teşvik ve teşcileri şevk kaynağı olurdu.

 

"İkinci ziyaretim"

"Eskişehir'e iş münasebetiyle gitmiştim. Üstad Hazretleri Emirdağ'da ise ziyaretine gitmek istedim. Saatçı Şükrü Ağabey, Üstadın Isparta'da olduğunu, karın yolları kapattığını ve gitme ihtimalinin olmadığını söyledi. O gece Doğan Otelinde kalmıştım. Rüyamda; Üstad Hazretlerini yatak üzerinde beyazlar içinde gördüm. Benim de üzerimde beyaz bir gömlek vardı. Bursalıları ziyaret ettiriyormuşum. Kapıdan girerken şehadet parmağı ile işaret ederek, 'Gel! Gel! Seninle ümmet-i Muhammedin birleşmesi hakkında görüşeceğim' dediler. Yanına gitmek isterken uyandım. Hemen kalbime geldi ki: 'Üstadım gelecek.' Sabah, Saatçı Şükrü Ağabeye uğradım. 'Haber var mı?' dedim. 'Yok, kardeşim, kardan kamyonlar bile geçemiyormuş. Taksi nasıl gelsin' dedi. Akşama kadar belki yirmi defa dükkana uğradım. Nihayet akşam üzeri geldiğini, Şükrü Ağabeyin evinde kaldığını öğrendim.

"O gece aynı evde, Üstadımın hemen yakınında bir odada kalmanın heyecanını yaşadım. Aynı gece yarısı, Adnan Menderes'in Londra uçak kazası sonrası İstanbul'dan Ankara'ya geçeceğini öğrendik. Bütün ağabeylerle birlikte, istasyona gittik. Menderes'e bir mektup verilecek idi. Fakat 'Başbakan uyuyor' dediler ve mektubu müsteşar Ahmet Salih Korur'a vererek eve döndük. Sabahleyin, Üstad Hazretlerini, geldiğini duyan gelmeye başladı. Bir hayli kalabalık oldu. Ziyaret edememe endişesi içindeydim. Saat 9-10 sıralarında hiç kimseye söylemeden  heyecanla Üstadımın bulunduğu daireye geçtim. İçeri girdim. O zamanki cüret ve cesaretime hâlâ şaşarım. İçeride Zübeyir Ağabey Kur'an okuyordu. 'Gel kardeşim! Bekle. Üstad Hazretleri uyuyor' dedi. Bir müddet sonra dışarıdan Ceylan geldi. İçeriden zil çalındı. Ceylan girdi. 'Dışarıda kim var?' dedi. Ceylan 'Bursa naşirlerinden Ali var' dedi. Abdest tazelemek istemiş, abdest aldılar. Kullandığı su iki bardak kadardı... Sonra Ceylan, 'Sizi istiyor' dedi. Girdim. Elini öptüm. İsmimi, nereden geldiğimi sordu. Çok hiddetli idi. 'Kardeşim... Ziyaretinizi kabul ediyorum' dedi. Tekrar elini öptüm. Geri geri çıkarken Ceylan'a, 'Nereye gidecek ise oraya kadar götür' dedi. Ceylan, Üstad Hazretlerinin arabasıyla beni otelde kadar götürdü. Onun arabasıyla bir yere gitmek bile bize ayrı bir zevk ve heyecan veriyordu. Aynı gün öğle namazına Çarşı Camiine gittiğimde İstanbul ve Ankara'daki bütün naşirleri orada olduğunu gördüm. O günlerde İstanbul, Ankara naşirelir arasında ihtilaf vardı. Halli için Üstad Hazretleri çağırmıştı. Gördüğüm rüyanın tabiri de çıkmıştı.

 

"Üçüncü ziyaretim"

"Vefatında, 3-4 ay evvel Bursa'da tamir edilen arabasını, şoförü Hüsnü ve Fırıncı Ağabey ile Eskişehir'e götürdük. Üstad Hazretleri Abdülvahid Tabakçı'nın evinde kalıyordu. Altındaki odada havacı astsubay Muzaffer Erdem ve Ahmed Urfalı ile beraber kaldık. Sabah namazında Odun Pazarı Camiine gitmiştik. Hüsnü, camiden beni çağırdı. 'Üstad gidecek, sizi istiyor' dedi. Heyecanla gittik. Son günlerde Bursa'ya karşı teveccühü vardı. Hatta Fırıncı Ağabeye, 'Bursa'yı Isparta gibi, Barla gibi kabul ediyorum' diyordu. Bunun için nereli olduğumu sorarsa duasına doğrudan müteveccih olayım diye, Bursalıyım demeye niyet etmiştim. Şerefli huzuruna kabul buyurdular. Ellerine sarıldım, öptüm. Tekrar öptüm. Oturmaya fırsat yoktu. Hazırlık içinde idiler. 'Kardeşim ben gidiyorum. Ziyaretinizi kabul ettim' dedi. Tekrar elini öptüm. Ellerini göğsünde koyarak beni yolcu ediyordu. O anda içinde bugün nereli olduğumu sormadı diyordum. Hemen Hüsnü'ye seslendi, 'Hüsnü, aslen nereliymiş, sor' dedi. Ben, 'Tavşanlıyım' demeye mecbur oldum. Arabası hazırlandı. Eşyalarını arabaya götürdük. Hepsi bir sepet, iki bohçadan ibaretti. Üstadımız Zübeyir Ağabey ile Abdülvahid Ağabeyin kollarında merdivenlerden inerken resmi elbisesi ile Muzaffer Erdem elini öptü. Ona 'Kardeşim, ben elli yıldan beri ordu ile alakadarım' dedi. Hiç kimse cesaret edip yanına  yaklaşamıyordu. Zübeyir Ağabey arabaya bindi. Tam araba hareket edeceği anda bir kadın arabanın üzerine atıldı.  Ellerini açarak dua istedi. Üstad Hazretleri Zübeyir Ağabeye ismini sordurdu. Sonra ellerini göğsüne koyarak kabul işaret yaptı. Araba hareket etti. Bu manzarayı  seyreden bazıları, 'Ne mutlu kadına' diyorlardı.

"Dünya gözüyle bir daha görmek nasip olmadı. İnşaallah ahirette ebediyen beraber olmayı, Rabb-ı Rahimin rahmetinden niyaz ediyorum.

 

"Üstadın bir kerameti"

"1956 senesinde Üstad Hazretlerinin bir kerameti de şöyle zuhur etmişti.

"Bursa'nın Arabayatağı köyünden birisine, daktilo ile teksir edilmiş küçük bir risale vermişler. Adam okuyunca içine bir ateş  düşmüş. Vereni tanımıyor. Araştırıyor. Hiçbir malumat elde edemiyor. İştiyakı gittikçe artıyor. Bir gece rüyasında Üstad Hazretleri kendisine, 'Tomruk Hanına git, Ali'den Sözleri al' diyor. Sabah namazından sonra, yaya olarak geldi. Sürur içinde, ağlayarak Sözler mecmuasını aldı, gitti. Sözler yeni matbaadan gelmişti."

Ses Yok