Son Şahitler | Emirdağ Şâhitleri(II) | 60
(1-75)

FİKRET ÖZDEMİR

 

Aslen Bitlisli olan Fikret Özdemir, 1916 yılında doğdu ve 1978'de vefat etti.

 

"Üstadı ilk duyuşum"

"Birinci devre Millet Meclisi azası olan amcam Arif Hikmet Bey, çocukluk devrelerimde, Molla Said-i Meşhur adıyla Üstaddan bahsederdi. Ne şekilde bir insandır diye zihnimden geçirirdim. 1935'te pederimin vefatından sonra kötü bir duruma düşmemek için mütemadiyen bir halaskâr aradım. Turuk-u âliyelerde beni tatmin edecek bir mevzu bulamadım. 1942'de Diyarbakır'da ticarete başladım.

 

"Huzurdaydım, elim elindeydi"

"Üstadın ziyaretini çok düşündüm, ama bir türlü fırsatını bulamadım. 1952'de bu imkânı buldum. Beni, bırakmazlar diye vazgeçirmeye çalıştılar. Küçük biraderimle Eskişehir'de bir gece otelde kaldıktan sonra, otobüsle Emirdağ'a giderken bir demirci ile arkadaş olduk. Bizi Üstadla görüştüreceğini söyledi. Emirdağ'da karanlık bir yerde bizi epey bekletti. Bu hal izzetime dokundu. Çıktım, Üstadın çarşı ortasındaki evinin karşısındaki kahvehanede oturdum. Kapısını beklemeye başladım. Bir iki defa Üstadın karyolasında yatmakta olduğunu pencereden gördüm. Üçüncü gelişimde, 'Mübarek, ben seni görmeye gelmiştim. Kalksan da ziyaret edip gitsem' derken baktım, aniden yatağından fırlayıp kalktı. Biz geldik, yerimize oturduk. Ama ben tarif edilmez bir heyecan geçirdim. Biraz sonra kapı açıldı, Refik isminde bir talebe elinde su tenekesiyle su almaya gidiyordu. Biraderi gönderip sordurdum. 'Kardeşim, siz Diyarbakır'dan  mı geliyorsunuz? Üstad, sizi ikindi namazından sonra kabul edecek' demiş.

"Namazdan sonra, daima kilitli bulunan kapıyı açtılar. Girdikten sonra kapıyı tekrar kapattılar. Huzura girdik. Odada bir tel dolap, bir karyola, bir hasır, bir de rahle vardı. Başka birşey yoktu. Odaya girince bir şok geçirdim. Hemen yaklaşıp elini öptüm. 'Nerelisin?'  diye sordu. 'Bitlisliyim' dedim. Elimi tuttu. 'Şarklılar bana sahabet etmediler, sen buraya kadar yorulup geldiğinden dolayı Allah için hepsini helâl ettim!' dedi. Bir minder getirip beni ona oturttu. Bütün hayatım boyunca hiç kimseden alamadığım dualara mazhar oldum.

"Üstadın kaşla göz kısmına bakmak çok zordu. Şimşek gibi insanı çarpardı. Elini elime aldığım zaman damarları görünüyordu. Fakat pamuk gibi yumuşaktı. Ve tarifi imkânsız güzel bir kokusu vardı. Elini öpmeye kalktım. 'Doğru otobüse binip İstanbul'a gidin' dedi. Çıkarken  beni tekrar çağırıp, 'Babanız var mı?' diye sordu. 'Yok' dedim.'Kaç kardeşsiniz?' dedi. 'Allah her dördünüzün de yardımcısı olsun' diye bize dua etti. Cenab-ı Zülcelâl beni de kardeşlerimi de onun hürmetine refah içinde yaşattı.

 

"Beni görmek isteyen, Hulusi Beyi görsün"

"Üstad ilk görüşmede, 'Beni görmeye gelenler, buraya kadar gelip yorulmasınlar. Beni görmek isteyen Risale-i Nur'un her satırında görür. Beni görmek isteyen Elâzığ'da Hulusi Beyi görsün dedi. Bana da Hulusi Beyi tavsiye etti. 1952'de İstanbul mahkemesinden dönerken Malatya istasyonunda tanıştık. Ona beraat haberini getirmiş oldum.

 

"O, eserlerimi bağrına bastı"

"Üstadı ilk defa Isparta'da ziyaret ettim. İstanbul'da da 1952'de ziyaret ettim. Isparta'da amcamın oğlunu askere götürdüğüm zaman ziyaret ettiğimde içeriye girdim. 'Bu benim amcam oğludur' dedim. Onunla da alâkadar oldu. Kollarını açarak o genci bağrına bastı. 'Seni talebeliğe kabul ettim' dedi. Bayram Ağabey (Yüksel) o zaman askerdi. 'Bayram'a söyleyin, Mustafa'ya Sabahet etsin' dedi. Hakikaten onun askerliği, hiç askerlik etmemiş gibi  geçti.

"Bir başka ziyaretimde (1953) Bitlisli Şeyh Tahir Efendiyi sordu. 'İrtihal buyurmuşlar Efendim' deyince aniden yataktan doğruldu 'Allah'ın rahmetiyle şad olsun. Herkes eserlerimi atarken, o toplayıp bağrına bastı' dedi. 'Gider gitmez bana vekâleten oğullarına taziye yazmak ilk işin olsun' dedi.

"Bir seferinde, İstanbul'da Reşadiye Otelinde izdihamdan görüşmek mümkün olmadı. Ramazandı, sabahleyin gidecekti. Sahur yedikten sonra hafif yağmur altında çıktım. Hüsnü Bayram'ın kullandığı arabaya binmesini bekledim. Arabaya bindi, beni iki parmağı ile çağırdı. 'Bütün hemşehrilerime söyle, hepsinin kandilleri ve Ramazan Bayramları mübarek olsun' diyerek bana da dua buyurup gittiler.

"Akşehir Otelinde de müteaddit defalar ziyaret ettim. Bir defasında, bu otele beraberimde bir çift Bitlis işlemesi güzel bir çorap götürdüm. 'Üstadım, bunun bir kıymeti yoktur. Bir  mekleket hediyesi olarak kabul edin' dedim. Eline alıp baktı. 'Ben bunu aldım kabul ettim, sen bunu benim yerime giyersin' deyip iade etti.

 

"Bütün risaleler Üstadın tashihinden geçtikten sonra basıldı"

"Son ziyaretim Şualar'ın yeni harflerle tab'ı sırasındaydı. Emirdağ'dan telefon ettiler. Forma halindeki Şualar'ı Üstada tashih için götürdüm. Şimdiki eserler Üstadın tashihinden geçmişti. Bazı insafsızlar, 'İlâve olmuş, onun değil' diye yalan söylüyorlar. Ağabeylerim Üstada sadakatten ayrılmamış ve bütün eserler Üstadın tashihinden geçerek meydana gelmiştir.

"Emirdağ'a geldiğimde Üstad kıra gitmişti. Biz yemekteyken Sungur Ağabey çantayı aldı, 'Sen sonra gelirsin' dedi. Arkasından gittim. Üstad yatakta kendini kaybetmiş bir vaziyette, bir mevta halinde idi. Sungur Ağabey benim söylediğimi Üstadın kulağın söylüyor. Üstadın da kendisinin kulağına söylediklerini bana naklederek arada vasıta oluyordu.

"27 Temmuz 1959'da bu şekilde görüştük.

 

"Asılsız haber"

"1960'da İstanbul'da aniden Üstadın vefat haberini aldım. Gece Fatih'te oturuyordum. Telgrafhane kapalı idi. Sabahleyin Büyük Telgrafhaneden yıldırım telgraf çekerek Üstadın durumunu sordum. Gazetelere bakıyordum, herhangi bir haber yoktu.

"İkinci gün telgrafa cevap bekliyordum. Yıldırım cevap geldi: 'Mektup postada, sıhhatim yerindedir.' Mektup geldi. 'Bu mesele nereden çıkmışsa tahkiki ve neticenin bize bildirilmesi' diyordu.

"Üstadla görüşmelerimde Zübeyir Ağabeyimin ve Sungur Ağabeyimin çok iyiliklerini ve yakınlıklarını gördüm."

Ses Yok